.quickedit {display:none;} .quickedit {display:none;}

1 Eylül 2024 Pazar

12 Eylül 1980 öncesi Ankara'da Yaşam ve Ankara'nın Ünlü Mafya Babası Kürt İdris.

 Bu gün tesadüfle bir adamla tanıştım.

Biraz muhabbetten sonra adam bana kısaca hayatını anlatmaya başladı.

Tam bir macera.

Tam bir ibret hikayesi.

Şimdi size bu hikayeyi anlatacağım.

Hayat hikayesini anlatan adam Anadolu'nun ortasındaki bir şehirden.

O şehrin, bir köyünde doğmuş.

Babası çok fakirmiş.

Karınlarını doyurmakta bile zorlanıyorlarmış.

Bu yüzden, henüz 12-13 yaşlarındayken çalışmak için Ankara'ya gelmiş.

Kendisi gibi fakir bir aileden gelme biri de onunla birlikteymiş.

Arkadaşı bundan bir-iki yaş büyükmüş.

Yıl, 1970'lerin sonları.

Ankara'ya gelince, bir gecekondu kiralamışlar.

Ama fazla paraları olmadığı için kendileri gibi çalışmaya gelen 7-8 çocukla birlikte aynı evde kalıyorlarmış.

Bu çocukların bazıları fakirlikten bazıları da hiç kimseleri olmadığından Ankara'ya gelen Anadolu çocuklarıymış.

Bizimki ve arkadaşı önce Ulus'ta bir lokantada bulaşıkçı olarak çalışmaya başlamış.

Lokantanın müşterisi bol, dolayısıyla işi ağırmış.

Gece 23.00'da ancak işten çıkıp eve gidebiliyormuş.

Vardiya usulü çalıştıklarından, genellikle arkadaşı ile değil tek başına eve gidiyormuş.

Bir gece lokantadan çıkınca bir grup genç yolunu kesmiş.

İçlerinden en iri yarı olanı bunu boğazından tutup sormuş: "Sen sağcı mısın, solcu musun?"

Garibin ne bilsin sağcıyı solcuyu.

"O ne demek abi? Ben sağcı solcu bilmiyorum." demiş.

Genç buna sağlam bir tokat yapıştırmış.

"Sen nasıl bir insansın. Sende hiç mi bilinç yok? Lokantada çalışıyorsun. Sözde proleterya olacaksın ama sağı solu bilmiyorsun." diye azarlamış.

Bizimki korkuyla sormuş: "Ne olmam lazım abi?" 

Genç cevap vermiş: "Senin solcu olman lazım. Bundan sonra biri sorarsa, solcu olduğunu söyleyeceksin. Tamam mı?"

Bizimki boynunu büküp "Tamam abi..." demiş.

Birkaç gün sonra akşam geç vakit bizimkinin yine yolu kesilmiş.

Başka bir grup genç önüne geçmiş ve içlerinden biri "Sen sağcı mısın, solcu musun?" diye sormuş.

Bizimki daha küçücük çocuk.

Ne diyeceğinden emin değil.

Korkudan titreyen sesiyle "Solcuymuşum abi." diye cevap vermiş.

Bunu duyan genç bir tokat attıktan sonra "O ne demek ulan?" diye azarlamış.

Bizimki "Geçen gece sizin gibi bir grup abi yolumu kesti. Aynı soruyu sordu. Ben, sağcı ne solcu ne bilmediğimi söyleyince, sen lokantada çalışıyorsun, işçisin, bu sebeple solcusun dedi. Siz de aynı soruyu sorunca solcuymuşum dedim." diye cevap vermiş.

Gençler bunu duyunca gülmüşler.

Sonra onunla konuşan genç "Oğlum, seni kandırmışlar. Sen sağcısın. Bundan sonra sana kim sorarsa, sağcıyım diyeceksin." demiş.

Bizimki ona da "Peki abi." deyip yoluna devam etmiş ve hızla eve gitmiş.

Kendisinden büyük olan hemşerisine, "Hem lokantada iş ağır hem de ikide bir önümü kesip dayak atıyorlar. Başka bir iş bulalım." diye yalvarmış.

Bunun üzerine Altındağ'da bir lokantada iş bulmuşlar.

Bizimki bardakları yıkamakla görevliymiş.

Evleri de lokantaya yakınmış.

Ama bu sefer de mahalledeki bazı gençler yollarını kesip ceplerindeki paraları almaya başlamış.

Ayrıca, orada da sağcı mısın solcu musun diye sorup yollarını kesenler varmış.

Bakmışlar kurtuluş yok, Çinçin'de 7-8 çocuğun kaldığı bir gecekonduya taşınmışlar.

Ama burada da başları beladan kurtulamamış.

Çinçin bebeleri yollarını kesip paralarını alıyormuş.

Bu da yetmezmiş gibi canları istediği zaman dövüyorlarmış.

Bizimki, lokantada 6 gün çalışıyor bir gün boş kalıyormuş.

Boş kaldığı günlerde çıkıp yürüyerek Ankara'yı gezmeye çalışıyormuş.

Bir boş gününde yine evden çıkmış.

Sokakta yürürken ileriden iri yarı, boylu poslu, yürüyüşü bile heybetli bir adamın ona doğru geldiğini görmüş.

Arkasından da en az 10 kişi yürüyormuş.

Bu adamı daha önce birkaç defa uzaktan görmüş.

Kendisini dövüp parasını alan mahalle bebelerinin bu adamdan korku ve hayranlıkla bahsettiğini duymuş.

"Bu adam önemli biri herhalde. Bana yardım ederse bu eder." diye düşünmüş.

Hemen koşarak adamın eline sarılmış ve öpmüş.

Adam "Sende kimsin?" der gibi bizimkine bakarken bizimki konuşmaya başlamış.

"Amcam, abim, sen güçlü bir adamsın. Bana ancak sen yardım edersin. Ne olur bana yardım et. Elini ayağını öperim." 

Adam hafifçe eğilip bizimkinin başını kaldırmış.

"Söyle bakalım çocuk, nedir senin derdin?" diye sormuş.

Bizimki hemen olup biteni, mahallede önünü kesip dövdüklerini, kimsesiz ve fakir olduğunu, kendisini dövenlerin sürekli parasını aldıklarını söylemiş.

Bunu duyan adam çok sinirlenmiş.

Suratı kıpkırmızı olmuş.

Arkasındaki adamlara dönüp ağır hakaretler etmiş. "Siz ne biçim adamlarsınız. Şimdi silahımı çekip hepinizi kurşuna dizesim geldi. Garibanı bu mahallede eziyorlar da siz sesinizi bile çıkarmıyorsunuz. Benim garibanları koruduğumu bilmiyor musunuz? Kimse o dövenler, bulup gereğini yapın. Bu çocuğa kimse dokunmasın. Dokunan olursa ben de bizzat ona dokunurum." diye bağırmış.

Sonra bizimkine dönmüş ve "Sen korkma. Bundan sonra benim korumam altındasın. Sana dokunanın elini kırarım. Bana Kürt İdris derler. Şu ilerdeki kahveye her gün uğrarım. Sıkıntın olursa hemen gel, bana söyle." demiş.

Bizimki tekrar elini öpüp "Allah sendeb razı olsun abi. Allah ne muradın varsa versin abi." derken İdris sözünü kesip sormuş:
"Sen nerede oturuyorsun?" 

Bizimki oturduğu evi tarif etmiş.

İdris "Haa... Falancanın gecekondusunda. Tamam. Yerini de öğrendim. Bundan sonra sana hiçbir şey olmaz, rahat ol." demiş ve başını okşadıktan sonra yoluna devam etmiş.

O günden sonra bizimkine hiç kimse ilişememiş.

Devletin sağlayamadığı güvenliği bir mafya babası sağlamış.

Böylece bizimki, ondan sonra rahat etmiş.

Bir sonraki boş gününde de İdris'in bahsettiği kahveye gitmiş.

İdris adamları ile içerde oturuyormuş.

Hemen içeri girmiş ve koşup elini öpmüş.

"Allah senden razı olsun İdris abi. Artık kimse bana dokunmuyor. Bir emrin var mı?" demiş.

İdris "Sağol, sağ ol..." demiş ve çocuğun başını okşayarak sevmiş.

Bizimki hemen kahvede boş bir sandalye bulup oturmuş.

Kahveciden çay istemiş.

Ama kahveci, "yaşı küçük olduğu için ona çay veremeyeceğini, çünkü kahvede oturmasının yasak olduğunu" söylemiş.

İdris bunu duyunca kahveciyi uyarmış.

"Ona yasak değil. Bırak otursun çocuk. Bir de çay ver, içsin." demiş.

Bunun üzerine kahveci "Emredersin abi." deyip hemen bir çay getirmiş.

Bizimki çaydan bir yudum bile alamadan sokakta hızla giden bir arabanın sesi duyulmuş.

Araba kahvenin önüne geldiğinde de iki penceresinden birer kişi ellerindeki uzun namlulu silahları çıkararak kahvehaneyi taramış.

Bizimki korku içinde kendini yere atmış ve zemine up uzun yatmış.

İdris ve adamlarına baktığında, onların da kendilerini yere attığını ama herhangi bir korku belirtisi olmadan bellerinden silahları çektiklerini görmüş.

Araç uzaklaşınca kalkıp kapıya koşmuşlar.

Bu sırada İdris de hiçbir şey olmamış gibi ayağa kalkmış ve dışarı çıkmış.

Adamları da onunla birlikte gitmiş.

Bizimki, ne olacak diye merak edip kahvede oturmaya devam etmiş.

2-3 saat sonra İdris ve adamları üç kişi ile birlikte kahveye geri dönmüşler.

Bu üç kişi, arabadan kahveyi tarayanlarmış.

Suratlarından akan kandan çok dayak yedikleri anlaşılıyormuş.

İdris ve adamları kahvede bunları dinlene dinlene dövmüş.

Bir yandan da "Siz bu işi kendi başınıza cesaret edip yapamazsınız. Sizi kim gönderdi? Sizin başınız kim? Yaşamak istiyorsanız isim verin. Yoksa sizi geberteceğiz." diyorlarmış.

Ama adamlar, yedikleri dayağa rağmen hiçbir isim vermiyormuş.

Yedikleri dayaktan artık isteseler de konuşamayacak hale gelince, İdris'in adamlarından bir kısmı, bu üç kişiyi alıp bir arabaya bindirmiş ve uzaklaşmışlar.

Bizimki de hemen oradan ayrılıp evine gitmiş.

Muhtemelen 1979 veya 1980 yılında bir gece bizimki uykusundan uyanmış.

Ev iki odadan ibaret olduğundan 8-10 çocuk yere serdikleri sünger yatakların üzerinde yan yana uyuyormuş.

Bizimkinin çişi gelmiş.

Tuvalet, dışarıdaymış.

Ayağa kalkıp diğerlerinin üzerine basmamaya dikkat ederek kapıya gitmiş.

Kapıyı açıp uykulu gözlerle dışarı çıkmış.

Tam tuvalete doğru yürümeye başlamış ki birkaç adım ileride bir insan başı görmüş.

Ama vücut ortada yokmuş.

Yoldaki elektrik direğindeki lambadan kesik baş net bir şekilde görülüyormuş.

Vücut nerede diye gayri ihtiyari yola doğru bakınca, yolda çok fazla kan olduğunu görmüş.

Vücudu görememiş.

Kesik başa tekrar bakınca, dilinin dışarı çıkmış ve gözlerinin sanki ona bakar gibi açık olduğunu görmüş.

Ölünün gözlerinde korku ve acının her tonu varmış.

Bizimki şoka girmiş.

Küçücük yaşına rağmen bir süre sonra kendini toparlamış ve hemen içeri girmiş.

Çişi olmasına rağmen yatağa girip yorganı başından yukarı çekmiş.

Bir iki saat kadar korku ile bu şekilde bekledikten sonra evin kapısı hızlı hızlı çalınmış.

Tüm çocuklar uyanıp ayağa kalkmış.

Artık hava aydınlanmak üzere olduğundan, pencereden etrafta dolaşan insanları görüyorlarmış.

Bunların polis olduğunu görünce biri kapıyı açmış.

Kapıdaki polis, kapıyı açan çocuğa gece herhangi bir ses duyup duymadıklarını veya birini görüp görmediklerini sormuş.

Çocuk ne ses duyduklarını ne de herhangi birini gördüklerini söylemiş.

Bu sırada bizimki merakla kapıya yanaşmış ve yoldaki kanın çok fazla olduğunu ve aşağıya doğru aktığını görmüş.

Kesik baş da yerinde duruyormuş.

Gündüz gözüyle bu korkunç manzara daha net göründüğünde, bizimki tekrar şoka girmiş.

Polis bunu fark edince, bizimkini sakinleştirmiş.

Bizimki kendine gelince de ; "Sen bir şeyler gördün herhalde. Anlat bakalım ne gördün?" diye sormuş.

Bizimki de "gece tuvalete gitmek için dışarı çıktığını, kesik başı görünce korkudan içeri kaçıp yorganın altına girdiğini" anlatmış.

Bunun üzerine polisler hepsinin ifadesini almışlar.

Bu sırada dışarıdaki polisler siyasi cinayet olduğundan bahsediyorlarmış.

İfadeler tamamlanınca polisler, kesik başı da alıp gitmişler.

Bu olaydan sonra bizimki, hemşerisiyle başka bir semte taşınmış.

O zamanların bilinen bir lokantasında iş bulup orada çalışmaya başlamış.

Arada bir gidip Kürt İdris'i ziyaret etmeye devam etmiş.

12 Eylül 1980 darbesi olunca sağ sol olayları durmuş.

Mafyalı, ölümlü olaylar da azalmış.

Bizimki, ondan sonra kimseden dayak yememiş.

Parasını zorla elinden alan da olmamış.

Yıllar geçmiş.

Askerlik zamanı gelince askere gitmiş.

Terhis olunca Ankara'ya dönmüş.

Çinçin'deki malum kahveye gitmiş.

İdris'in adamlarından birini çay içerken bulmuş.

Yanına gidip memlekete döneceğini, bir süre memleketinde kalacağını vedalaşmak ve elini öpmek için İdris'i görmek istediğini söylemiş.

Adam bunu bir pavyona götürmüş.

İdris adamları ile bir masada, içiyormuş.

Ama müzik filan yokmuş.

Amerika'nın Irak'ta askeri harekat yapıyormuş.

İdris de televizyon kurdurmuş, bir yandan içiyor bir yandan da savaş haberlerini izliyormuş.

Bizimkini görünce yanına çağırmış.

Bizimki koşup elini öpmüş.

Askerlikten terhis olduğunu, memleketine gidip bir süre orada kalacağını, hakkını helal etmesini istemek için ziyaretine geldiğini söylemiş.

İdris bizimkini masaya oturtmuş.

Ona da içki doldurmalarını söylemişler.

Herkes merakla haberleri izlediğinden pek konuşmamışlar.

Bizimki sabaha karşı oradan ayrılmış.

Bir daha da İdris'i görmemiş.

Şimdi, bu kadar uzun bir hikayeyi neden anlattığımı merak ediyorsunuzdur.

Bunun iki sebebi var.

Birincisi oldukça ilginç, dramatik ve heyecan dolu bir hikaye.

İkincisi, 1980 öncesinde ülkenin durumunu mikro düzeyden çok açık bir şekilde gösteren bir hikaye.

Bu günlerde herkes, 12 Eylül ihtilalini kötülüyor.

Darbecilere sövüp saymak moda olmuş durumda.

Ama 12 Eylül Darbesine sebep olanlara hiç kimse bir şey demiyor.

Dahası, 12 Eylül darbesini yapanlara en çok 11 Eylül günü yolda gece yarısı küçücük çocukların yolunu kesip sağcı mısın solcu musun diye sorup cevabı beğenmeyince dayak atanlar sövüyor.

Ama darbecilere sövmek kimsenin suçunu hafifletmez.

O kesik başları, patlayan bombalardan parçalanan insan vücutlarını biz de gördük.

Yolda insanları durdurup sağcı mısın solcu musun diye soran ve cevabı beğenmeyince eşek sudan gelene kadar dövenleri de gördük.

Sadece ben değil, benim gibi milyonlarca insan da gördü.

Ve çoğu insan, yaşadığı bu zulmü unutamadı.

Yeni tanıştığı birine bunları anlattığına göre, yaşadıkları olaylar bizimkinde travmalar da yaratmış.

Evet, o günleri yaşayan çoğu insan 12 Eylül darbesinden sonra yapılan saçma sapan uygulamaları lanetliyor.

Ama, 11 Eylül 1980'in 12 Eylül 1980'den daha kötü olduğunu da gayet iyi biliyor.

Şimdi suçu darbecilere yıkıp hiç kimse sorumluluktan kaçamazsınız.

Kaçsanız bile, vicdanınızda duyduğunuz sorumluluktan kurtulamazsınız.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder