.quickedit {display:none;} .quickedit {display:none;}

22 Eylül 2013 Pazar

Türk Ordusunun Silahlanma Politikası Hakkında Düşünceler.


style="background-color: white; clear: both; color: #333333; font-family: 'Helvetica Neue Light', HelveticaNeue-Light, 'Helvetica Neue', Helvetica, Arial, sans-serif; font-size: 14px; line-height: 1.4; margin: 10px auto 5px; outline: none; padding: 0px; text-align: justify;">        Savunma Sanayii Müsteşarlığı, sağ olsunlar, uzun süredir oldukça iyi çalışmaktadır. Her kuvvetin ana muharebe araçlarının yerlisinin, tamamen milli özgün tasarım veya ortak üretim şeklinde, üretilmesi konusunda yoğun çabaları takdire şayandır. Şu ana kadar KKK için ana silah ve araçlar olan; Tank (Altay Tankı, tamamen milli tasarım,üretim aşamasında) Zırhlı Personel Taşıyıcı ve Geliştirilmiş ZPT (ZPT ve GZPT; Nurol firması-yabancı ortaklığı ile üretiliyor), Kara Havacılığının önemli unsuru olan Genel Maksat ve Taarruz Helikopterleri (İtalyanlarla ortak üretim) projeleri önemli başarılarının başında gelmektedir. Dz.K.K. lığın ana muharebe gemisi üretim projesi olan MİLGEM Projesi (Tamamen milli tasarım ve milli üretim) İngiltere gibi denizci devletlerin bile dikkatini çekecek kadar başarılı olmuştur. İnsansız Hava Araçlarında da basına yansıyan ümit verici belirli gelişmeler vardır. Milli uçak yapımı projesi ise çok yavaş gelişse de bazı küçük keşif uçakları, eğitim uçakları vb. konularında çalışmaların devam ettiğini basından takip etmekteyiz. Başta da söylediğim gibi bunlar çok güzel projeler.
      Şimdi son günlerde, Türkiye'nin milyar dolarlarla ifade edilen uçak gemisi projesinden bahsediliyor. Tabii bunu ABD uçak gemileri ile karıştırmamak gerek. Sanırım söz konusu olan Helikopter taşıma gemisi. Sınırlı sayıda belirli uçakların inip kalkmasına da müsait bir yapıda olacak.
      Bunu da anlayabiliyorum. Bölgesinde etkin bir güç olma iddiasındaki bir ülkenin, yine bölgesinde belirli krizlere müdahale edebilme kapasitesi olması lazım. Bu zafiyet sanırım Libya müdahalesinde daha açık ortaya çıktı. Tahliye için giden gemiler yetersiz kalınca Libya'ya sivil vapurlar gitti ki Libya ile çatışma içinde olmadığımızdan bu mümkün oldu, yoksa imkansız olurdu. Böyle bir uçak/helikopter gemisi olsaydı, hem toplu tahliyeler için büyük bir kapasite sağlardı, hem de üzerindeki uçak ve helikopterlerle tahliye gemilerine destek sağlayabilirdi. Bu bakımdan düşününce; gerek bölgesinde, gerekse dünyanın değişik bölgelerinde ortaya çıkan krizlere müdahale edebilecek bir ülke için bu proje anlaşılır bir girişim olabilir.
      Ancak bunlara bakıp her şey çok uygun ve doğru gidiyor diye de düşünmemek lazım. Bir ülke silahlanmasını, kendisine gelebilecek saldırı olasılıklarının değerlendirilmesi sonucu ortaya çıkan tehdit değerlendirmesine göre yapmalı ve önceliklerini buna göre belirlemelidir. Peki böyle yapılıyor mu? Böyle bir niyet ve maksat olduğuna dair emareler var ancak önceliklerin buna göre belirlendiğinden şüphe duyuyorum.
      Şimdi; hiç asker, stratejist vb. olmaya gerek duymadan herkesin gazeteleri okuyarak tespit edebileceği ana tehditleri düşünelim. Türkiye yıllardır terör saldırıları ve PKK terör örgütünün kırsaldaki varlığı ile mücadele etmektedir. Bu sebeple, uzun yıllar herkes için en büyük ve en öncelikli tehdit bu terör tehtidi olmuştur. Peki; bu konuya öncelik veriliyor mu? Sanmıyorum. Bu konu ''Analar ağlamasın!'' gibi demogojik söylemler, ''Barış süreci!'' gibi içinden ne çıkacağı tam kestirilemediğinden vatanını seven herkesi endişeye sevk eden garip projelerle çözülmeye çalışılıyor. Sonra da; ''Kardeşim, bu işi silahla çözmek mümkün değil! Silahlı yöntemlerle terör örgütlerini ortadan kaldırmak mümkün değil!'' diyerek daha garip bir yaklaşım kamuoyuna dayatılıyor. Bu son söylem belki ilk bakışta doğru gibi görünebilir ancak iyi düşünülürse eksik ve yanlış, propaganda maksatlı bir söylem olduğu görülür.
      Bir defa; yok edilemeyecek organizasyon yoktur. Yenilmez denilen Roma ve Osmanlı orduları yenilmiş, yıkılmaz denilen bu imparatorluklar yıkılmıştır. Hasan Sabbah'ın Haşhaşileri gibi tam kompartmantasyon şeklinde örgütlenmiş ve ölümüne radikal örgütler bile ortadan kaldırılmıştır. Sorun sadece yöntem sorunudur.    
     Sadece silahla PKK tarzı yapılanmalarla mücadele etmek yetersiz olabilir. Ancak silahlı mücadele olmadan bulunacak her çözüm terör örgütünün amacına hizmet edecek çözümdür. Bizim devlet olarak maksadımız nedir? Ülkemizi korumak değil mi? Peki düşmanın isteğini kabul ederek, bir nevi yenilgiyi kabul edip ''pes'' diyerek bunu sağlamak mümkün mü? Mümkün olsaydı, bu gün, Balkanlar'da Yunanistan, Bulgaristan, Makedonya ve Sırbistan gibi devletler olmazdı. En azından bunlar Türk ve Müslümanların çoğunlukta olduğu Batı Trakya gibi yerleri alamaz, bugünkü sınırlara sahip olamazdı.
     Evet! Terör sadece silahlı yöntemlerle tamamen ortadan kaldırılamaz sözünün bir doğruluk payı olabilir. Ancak sorun, silahlı mücadele dışında neler yapılacağı konusunda dır! Teslim mi olacağız, yoksa bu silahlı mücadele ile koordineli bazı sivil girişimlerde de mi bulunacağız.
    Şimdi moda silahlı kuvvetlere vurmak olduğu için ''TSK bu işi çözemedi.'' gibi çarpık laflar sıkça söylenmektedir. Bu çok çarpık bir ifadedir çünkü aynı şahıslar ''TSK kendini, ülkenin tek sahibi gibi göremez!'' gibi daha çarpık lafları da eden aynı kişilerdir. Anayasa devletin ana metni olduğuna göre ona bakmakta fayda vardır. Ne der anayasa: Türkiye Cumhuriyeti (bu tabir de yakında yasaklanırsa şaşırmam)'nin savunmasından ve bu maksatla silahlı kuvvetlerin hazırlanmasından TBMM adına hükümet sorumludur. Dolayısıyla hükümetler mücadele esnasında işi üzerlerine almayıp birilerine yüklemekle işten kaçabilirler ama sorumluluktan kaçamazlar. Neyse bu konuyu fazla uzatmadan esas konumuza, neler yapılmalı, silah teçhizat temininde öncelik neler olmalıdır sorusuna dönelim.
      Küçükten büyüğe doğru gidersek; teröristle karşı karşıya gelen tek askerden, küçük birliklerden başlamakta fayda vardır. Terörle mücadelede ilk amaç zayiat vermemek olmalıdır. Bunun için ne gerekli diye düşünürsek; ilk önce hafif ve her tür hafif silaha karşı koruma sağlayan kompozit (Eskiden bunlar çelik olduğundan çelik başlık, çelik yelek denirdi) başlık ve yelek gerekir. Bunlar her personele yeteri kadar var mı? Varsa problem değil ama yoksa bu öncelikle sağlanmalıdır. İkinci husus; operasyona çıkan askerin yükü çok ağır, bu da hareket kabiliyetini ve dolayısıyla savaşma yeteneğini olumsuz etkilemektedir. 38-40 kilo ağırlığında sırt çantası ve teçhizatla operasyonlara çıktığımızı hatırlıyorum. Bunun için hafif çanta, kumanya, parka, uyku tulumu, met, kumanya temin edilmesi gerekir. Ediliyor mu? İnşallah diyorum. Başka ne gerekir?
Mayın dedektörlerinin en gelişmişi. Var mı? Vardır herhalde ve her birliğe yeterlidir. Diğer bir husus intikaller. Zayatların önemli bir kısmı intikaller esnasında yapılan mayın ve el yapımı patlayıcılar sebebiyle veriliyor. Bunun için ne gerekir. Dayanıklı zırhlı araçlar. Peki var mı? Yeterli mi? Ben oradayken yeterli sayıda ve uygun koruma sağlayan böyle araçlar yoktu. Şimdi kirpileri görüyoruz televizyonlarda ama uygun koruma sağlıyor mu ve her birliğe yeterli mi? Bilmiyorum.
    Şimdi sivil kadroları ilgilendiren bence çok önemli başka konulardan bahsedeceğim. Yollara patlayıcılar nasıl bu kadar kolay yerleştiriliyor ve neden fark edilmesi zor? Çünkü devlet köyüne kasabasına doğru dürüst yol yapmamış. Toprak veya asfalt olmasına rağmen asfalt olduğuna bin şahit gereken yollara mayın döşemek kolay, mayını fark etmek ise zor. Hükümetler sadece yolları düzgün asfaltlasalardı bugün şehit olan yüzlerce asker yaşıyor olacaktı, binlerce yaralı ve sakat ise sağlam olacaktı. Diğer önemli bir konu karakol ve daha büyük birliklerin barındığı binalar. Bunların çoğu yanlış yerlere, mahkum arazilere yapılmış, prefabrik veya birlik imkanları ile yapılmış iptidai binalar. Taş atsanız duvarı delersiniz. İran,Irak gibi geri ülkelerin karakol binalarını görünce imrendiğim günleri hatırlıyorum!... Terörün başlangıç dönemlerinde daha yoğun olmakla birlikte karakol ve üs bölgesi baskınların da verilen zayiat, toplam zayiatın çok önemli bir bölümünü teşkil etmektedir. Hükümetler sadece biraz bütçe ayırıp, kale gibi sağlam binalar yapmış olsalardı şu anda verilmiş olan zayiatların çok büyük bir bölümü verilmemiş olacaktı. Analar da ağlamıyor olacaktı!
    Dikkat ederseniz şimdiye kadar henüz askeri bir konudan bahsetmedim. Biraz yol yapımı, biraz inşaat, biraz araç ve malzeme alımı. Bunlar uygun yapılsaydı iddia ediyorum şimdiye kadar verilen zayiatların yarıdan fazlası verilmezdi. Terör yarattığı korkudan beslenir. Verdirilen bu zayiatlar da korkunun ana kaynağıdır. Başarısızlık terör örgütlerini zayıflatır, halk desteğini azaltır ve dağılmalarına sebep olur.Kesinlikle inanıyorum ki bu söylediklerim yapılsaydı terör örgütü bu günkü konumuna asla gelemezdi.
     Tabii savunma/korunma ile ilgili söyleyeceklerim bu kadar değil. Hiç bir terör örgütü güvenli bir üs bölgesi ve dış destek olmadan uzun süre yaşayamaz. Bilindiği gibi her kış mevsiminde, büyük operasyonlar olduğunda ise diğer zamanlarda da teröristler esas olarak Irak'taki üs bölgelerine, daha az olmakla birlikte Suriye, Lübnan, Ermenistan ve İran gibi devletlerin arazilerine çekilir. Peki bunu engellemek için ne yapıldı. Sınıra daha çok askeri birlik koyuldu. Uygun tesisler var mıydı. Hayır. İptidai karakollar ve açık arazide konuşlanmış birlikler idari zayiatlar da dahil olmak üzere zayiat vermeye daha açık bir konumda yerleştirildi. Peki bizim entegre bir sınır güvenlik sistemi kurmamız çok mu zordu. Aslında o kadar birliği idame etmekten daha kolaydı. Ama yapılmadı. Sınırlarımız, geçtiği arazi arızalarının yapısı dolayısıyla insan gücüyle kontrol edilemez. Entegre güvenlik sistemi kurmaya da aklınız yetmiyorsa başka basit yöntemler denenemez miydi? Doğu ve güneydoğu sınırlarımızda yüzlerce dere,akarsu ve nehir bulunmaktadır. Bunların tamamına yakını bizim topraklarımızdan komşu ülke topraklarına akmaktadır. Bunları ekonomiye kazandırmak ta akıllı bir yönetimin görevidir. Eğer bu akarsular üzerinde, sınır bölgelerinde civar arazi ile de koordineli barajlar yapılsa, hem elektirik üretimi, sulama, balıkçılık vb. gelirlerimiz artar hem de teröristlerin geçiş ve barınma bölgelerinin çoğu su altında bırakılmış olurdu. Arada kalan su olmayan hakim bölgelere yapılacak kale gibi karakollar, elektornik gözetleme sistemleri, İHA (İnsansız Hava Aracı) ve uygun ateş planlaması ile kapatılarak sınırlarımız tamamen geçilemez duruma getirilebilirdi. Kışın yurt dışına çekilemeyen ve yağan yoğun kar sebebiyle gizlenme/barınma/iaşe imkanları azalan büyük terörist gruplar kolayca imha edilebilirdi. Bu tecridin uzun vadeli faydaları da olacaktı. Bir defa kaçakçılık sona erecek devlet milyarlarca vergi kaybından kurtulacaktı. Sağlıksız malzemelerin yurt içine girmesi önlendiğinden halk sağlığı korunacaktı. Uyuşturucu ve silah gibi daha köklü etkileri olan maddeler ülkeye giremeyecekti. Halk komşu ülkeler yerine batı ile temas halinde olacağından, komşu ülkelerdeki etnik dini  ve aşiretsel vb. yapılanmalarla değil batı ile entegre olacak ve bunun çok köklü ve uzun vadeli etkileri olacaktı.
     Şimdi terörle mücadelenin askeri konularına gelelim. Terörist mayın haricinde ne tür eylemlerde bulunur? Karakol veya üs bölgelerine, korucu köylerine, kendilerine yardım etmeyen köylere saldırır veya operasyon esnasında askeri birliklerle çatışır. Bunun için askere neler gerekir? Bir defa gece için gece görüş cihazları gerekir. Bunlar yeteri miktarda var mıdır? Varsa uygun ve kullanışlı mıdır?
      Diğer bir husus istihbarat konusudur. Türkiye'de her kurumun ayrı istihbarat teşkilatı vardır. Bunların arasında koordinasyonu sağlayan bir üst yapı var mıdır? Yoktur. Kurumlar imkanlarını uygun olarak teröre tevcih edebilmekte midir, yoksa basın yayın organlarında söylendiği gibi bazı tarikat yapılanmalarına hizmet etmeleri sebebiyle ideolojik maksatlarla mı kullanılmaktadır? Teröristi dinlemesi gereken bazı kurumların bazı basın organlarında duyduğumuz gibi Silahlı Kuvvetlerde kendi düşünce yapılarına uygun olmayan, terfi sırasındaki kurmay Albay ve generalleri yasa dışı olarak dinleyip komplolar kurarak yargıya sevk edilmelerine veya itibarsızlaştırılmalarına mı hizmet etmektedir? Ben bunları bilmiyorum, sadece duyduklarımı söylüyorum ve bunların doğru olabileceğine dair inancımı artıran yaşadıklarımı biliyorum.
     Gerek bizim ülkemizin, gerekse Irak ve Afganistan'da diğer ülkelerin yaşadığı tecrübeler İHA, GM Helikopter ve Silahlı Helikopter ile GPS'li hassas ve isabetli mühimmat atan uçakların terörle mücadelede çok etkili olduğu açık olarak görülmüştür. Peki bizim yeterli İHA, Helikopter ve bu tür mühimmatımız var mı?
     Bu konuyu daha fazla uzatmak istemiyorum. Bu sebeple bu günlerde daha iyi anlaşılması gereken koşullar ortaya çıktığı halde kamuoyunda hiç tartışılmayan diğer önemli bir konudan söz etmek istiyorum. Füze tehtidi!...
     Etrafımızdaki hemen her ülkenin elinde balistik füzeler bulunmaktadır. Yunanistan, Bulgaristan, Suriye, Irak, Azarbeycan, Gürcistan ve Ermenistan gibi ülkelerde Rus yapımı S-300 (300 km menzilli), S-400 (400 km menzilli) füzeler bulunduğu basına yansıyan haberlerden takip edilebilmektedir. Rusya da ise çok daha uzun menzilli, nükleer başlık ta takılabilen füzelerin bulunduğu herkesin malumudur. Bu arada kendi füzelerini geliştiren İran özellikle büyük önem taşımaktadır. Basından takip ettiğim kadarıyla SAAHAB-3 modeli füzeleri 1300 km menzilli olup İstanbul ve Marmara'da bulunan ve Türkiye sanayi kuruluşlarının yoğunlaştığı Adapazarı-İzmit bölgelerini vurabilmektedir. Bunun daha yeni modelini geliştirmeye devam etmektedirler. İran bir taraftan da nükleer teknolojisini geliştirmeye devam etmektedir. Haritaya bakarsanız herkes füzesini dikmiş Türkiye adeta füzelerin gölgesinde durmaktadır.
    Füzelerin bir kötü yanı da kimyasal ve nükleer başlık takılabilmesi ve çok yıkıcı etkiler bırakabilmesidir. Nükleer teknoloji her ne kadar uzun bir çalışmayı gerektirse de, kimyasal silah yapmak oldukça kolaydır. Bir sabun fabrikasının bile kısa sürede kimyasal silah üreten bir fabrikaya dönüştürülebileceği söylenmektedir. Şimdi NATO'dan, Suriye tarafından yapılabilecek bir tehdide karşı, Patriot füze bataryaları istedik. Ancak bunların ne kadar yeterli olabileceği tartışmalıdır. Bunların çok daha fazlasıyla korunan İsrail Körfez Savaşında Irak'ın attığı füzelerin tamamını etkisiz hale getiremedi. Bizim çevremizde olan füzeleri düşününce aklı eren herkesin ürpermesi gerekir.
    Peki ne yapılmalı. Türkiye tez zamanda çok yüksek teknolojili, yazılımları yerli olan entegre bir hava ve füze savunma sistemi kurmaya başlamalıdır. Teknoloji transferi veya satın alma yoluyla füze savar sistemlerini temin edip ilgili ülkelerden gelebilecek tehdide göre konuşlandırmalıdır. Entegre hava ve füze savunma sistemi kurulurken mevcut sistem ve radar örtüsü yeniden gözden geçirilerek zafiyetler ortadan kaldırılmalıdır. İsrail'in bilgimiz dışında hava sahamızı kullanarak Suriye'yi geçen yıllarda vurduğu düşünülürse bir zafiyet olduğu ortadadır.
     En iyi sistemde bile bazı füzelerin ülkemiz topraklarına düşebileceği göz önüne alındığında sadece savunma sistemi kurmak yeterli değildir. Mütekabiliyet imkanı kazanmak kaçınılmazdır. Başbakan'ın basına yaptığı bir konuşmada 1300 km menzilli füzeler yapılmasını hedef olarak koyması bazı ülkelere mesaj yollamak maksadıyla olabileceği gibi bu benim bahsettiğim sıkıntının farkında olduklarının da işareti olabilir. Caydırıcı gücümüz olmazsa saldırıdan asla tam olarak korunabileceğimizden emin olamayız.  
    Diğer önemli bir konu da İsrail ile olan gerginlik döneminde ortaya çıkmıştır. İsrail gibi küçücük bir ülkenin Hava Kuvvatleri ile bizimki karşılaştırılarak İsrail'in imkan kabiliyetinin daha fazla olduğu yorumları yapılan televizyonları seyredince çok şaşırmıştım. Son yıllarda yapılan savaşlar göz önüne alındığında güçlü bir hava kuvvetinin zaferin kazanılmasında ne kadar büyük bir etken olduğu ortadadır.Bizim hava kuvvetleri konusunda komşularımız ve tehdit değerlendirmemize göre uygun yapılanmaya gitmemiz de kaçınılmazdır. Havacı olmadığımdan bu konuda daha fazla bir yorum yapmak istemiyorum.
    İsrail'in nükleer silahı olduğu, İran'ın da geliştirmeye çalıştığı bilinen ve görünen bir gerçektir. Suriye gibi bazı komşularımızda ise önemli miktarda bir kimyasal silah stoğu olduğu bilinmektedir. Bu kapsamda ülkemizin nükleer silah üretmese de nükleer teknolojiyi edinmesi ve şehirlerimiz dahil iyi bir şekilde kimyasal bir tehdite karşı da hazırlıklı olmasında fayda vardır.
   Denizde tehdit büyük bir çatışmadan çok Kardak krizi gibi kısa süreli krizler şeklinde ortaya çıkması daha büyük bir ihtimaldir. Zaten sorun yaşadığımız en önemli bölge Ege Denizi'dir. Bu sebeple, birçok adanın bulunduğu Ege Denizinde küçük ve manevra kabiliyeti yüksek gemilerle, daha çok insansız adalara bir kriz durumunda sızma için gerekli araç ve teçhizata önem verilmelidir.
    Sanırım Zülfü Livaneli'nin bir şerkısı vardı: ''Tankınız ne güçlü, ne güçlü. Ama insan lazım kullanmak için.'' Bu şarkı bugün Silahlı Kuvvetler'in durumu için ironik bir söylem durumuna gelmiştir. Silahlı kuvvtlerin en yetişmiş personeli makeme süreçlerinde ve kurulan internet sitelerinde yayımlanan dedikodu mahiyetindeki haberlerle itibarsızlaştırılarak tasfiye edilmektedir. Yetişmiş insan olmadan savaş kazanılamaz. Başta Silahlı Kuvvetler olmak üzere Türkiye cumhuriyeti kurumları siber saldırılar, internet vasıtasıyla yapılan gri propaganda ve psikolojik harp yöntemleriyle tek bir kurşun atılmadan düşürülmektedir. Bunun önüne geçilmesi zaruridir. Yoksa yaptığımız tanklar, gemiler veya helikopterler kendi başlarına savaşamazlar. Bu maksatla acil olarak bir siber savaş birimi kurulmalıdır. Bu birim de sadece savunma değil saldırı kabiliyetinde de olmalı ve saldıranlara misliyle mukabele etmelidir.
     Konuyu daha fazla uzatmadan başta sorduğumuz soruya dönmek istiyorum. Türkiye'nin silahlanma politikası karşılaşabileceği tehditlerle uyumlu mudur?
     Buna verilecek cevap bence açık ve basittir. Türkiye silahlanma politikası çok büyük gelişmelere rağmen yetersiz ve hatalıdır. Çünkü tehdit uygun olarak belirlenmemiş, klasik konvansiyonel zihniyetle belirlenen bir plan dahilinde silahlanılmaktadır. NATO üyesi Türkiye'ye yakın gelecekte kim bir konvansiyonel saldırıda buluna bilir? Bize ne kadar ZPT,GZPT veya Tank, ne kadar kirpi gibi zırhlı araç gereklidir? Öncelik hangisine verilmelidir? Acaba uçak gemisine ihtiyaç mı daha önemlidir, yoksa füze savunma ve füze sistemlerine mi, yoksa küçük gemilere mi? Ülkenin toprakları, o toprakları koruyacak personel korunmadan korunabilir mi?
     Bence devletin ilgili kurumları tehdit değerlendirmesini çok iyi bir koordinasyon sonucunda ortaya çıkarıp mevcut tehdide göre öncelikler yeniden belirlenmelidir. Ben Tank yapmayalım vb demiyorum. Kaç tane tank yapalım, kaç tane gemi yapalım, kaç tane karakolu yenileyelim, kaç uçak alalım, bunun iyi değerlendirilerek öncelikleri yeniden belirleyelim diyorum. Bir de Siber savaş vb konulara, yetişmiş personelin görev başında tutulması için gerekli tedbirlerin alınması gerektiğine dikkat çekmek istiyorum. İlgililer mutlaka bunları düşünüyordur. Bende bu konularda naçizane fikirlerimi paylaşmak istedim.

     Yukarıda yazdıklarım tamamen benim şahsi fikirlerimdir. Başka hiç kimseyi veya hiçbir kurumu bağlamaz. Zaten şu an itibarıyla hiçbir resmi veya sivil kurum, şirket vb. hesabına çalışmıyorum.
           16.04.2013




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder