.quickedit {display:none;} .quickedit {display:none;}

29 Ekim 2017 Pazar

Naim Süleymanoğlu'nun sağlık durumunun düşündürdükleri.


sinan şamil sam da karaciğer sorunu yaşamıştı ve bundan kaynaklanan nedenlerle hayatını kaybetti diye biliyorum. naim süleymanoğlu da karaciğer sorunu yaşadı ve bir nakil ile karaciğeri düzeldi. ama akabinde beyin kanaması ortaya çıktı ve durumu sorunlu.
bu iki sporcunun geldikleri nokta bizim duyduklarımız olup, bence, yekunun küçük bir kısmıdır.
adını andığım her iki sporcuda ortak rahatsızlık karaciğerde siroz. bu siroz alkol kaynaklı mı yoksa başka bir nedenden mi? naim süleymanoğu ile hiç kesişmedik ama sinan şamil samı "sakarya caddesinde" oldukça çok kez gördüm. pek tabi ki her seferinde elinde bira bardağı ile. onun elinde bira bardağı vardı da bende yok muydu? tekke-mekke meselesi. ama bende karaciğere fiziksel darbe almak hiç yoktu.
aslında alkol tüketme dışında daha başka gerekçeler düşünüyorum. örneğin yasal olmayan madde kullanma ve bundan güç elde etme. çoğu sporcuda bu yönelim vardır ve büyük bir kısmının ise hayatına mal olur. genelde halterciler ve vücut geliştiriciler (şimdi buna fitness diyorlar) arasında bu oldukça yaygındır. adamlar steroid, anabolizan ve anabolik steroidleri geçtim, akla hayale gelmeyecek bir şekilde meme kanseri ilaçlarını bile kullanır oldular. böylesi bir durumun spor ve sporcunun ahlak felsefesine aykırı olduğundan bahsetmeyeceğim. bunu herkes biliyor. bu şarlatanlar (ismini andığım iki sporcuyu tenzih ederim) yüzünden gerçek hastalar ilaçsız kalıyor ve basın yayın organlarında haber oluyor.
bir haltercinin veya vücutçunun bu gibi malzemeleri kullandığını çıplak gözle bile anlamak mümkündür: büyüyen iç organlar. bu gibi destekler aslında vücudumuzda üretiliyor ama normal bir bedene yetecek kadar oluyor bu. sen bedenini büyütmek istersen beden buna bir yere kadar izin veriyor. mesele 175-180 cm lik bir bedende 46-47 cm kol, 120-125 cm göğüs, 65-70 cm bacak gibi... ondan sonrasında bedeninle kumara kalkışman gerekiyor ve bu da hep yapılıyor. steroid ve anabolizan kullananların iç organları büyür ve zaman içinde sıtmalı çocuk göbeği gibi bir göbek oluşur. yani karın bölgesinde gelişmiş kasları ve deriyi bile hayli geren bir görüntü oluşur. sanırsınız sarı lacivertli formayı en çok gerdiren müjdat yetkin karşınızda.
zamanla fazladan alınan testesteron hormonu yüzünden erkeklik de ölüme yelken açar.
grip ilaçlarının bile (içindeki efedrinden dolayı) doping sayılıyor. denemenizi öneririm. çekin bir grip ilacı ve çıkın antrenmana. kendinizi çok güçlü hissedersiniz. böyle antrenman yaptığım günler oldu. başlangıçta anlamamıştım, öğrenince anladım fazladan gelen gücün nedenini. "hem hastayım hem de çok güçlüyüm olamaz diyordum."
dopingi her evde olması gereken iki malzemeden yapın. ben öyle yapıyorum. tek kural; sadece sabah kalktığınızda psikolojik sorunları olan insanlar gibi davranmayacaksınız, suratınızı ekşitmeyecek tembellik etmeyeceksiniz. ismini vermeden bahsettiğim bu iki gıdanın sırlarına farmakoloji, biyoloji, fitoloji, tıp veya bir başka bilim dalı bile erişebilmiş değil.



Güven Kaya.
28.10.2010.
Not: Bu yazıyı beğendiyseniz alttaki butondan facebook, twitter, pinterest ve G+ tuşlarına basarak arkadaşlarınızla paylaşırsanız sevinirim. Teşekkürler.


28 Ekim 2017 Cumartesi

İstiklal Madalyası'nın Sırları.


      Geçen gün bir arkadaşla bir yerde buluşup biraz sohbet ettik. Arkadaş, yakın zaman önce Kahramanmaraş’a gittiğinden orada çektiği resimleri gösterdi. 1996-1998 yılları arasında Islahiye’de görev yaptığımdan Kahramanmaraş’a birçok defa gitmiştim. Bundan sonra da 2005-2007 yılları arasında Kahramanmaraş’ta görev yaptım. Bu sebeple şehrin resimlerine, biraz da özlemle dikkatli bir şekilde baktım.
      Şehrin değişik tarihi ve doğal güzelliklerine özlemle bakarken birden bire Kahramanmaraş’a verilen istiklal madalyasının resmi dikkatimi çekti. Ne yalan söyleyeyim, daha önce de istiklal madalyası resmi ve hatta madalyanın kendisini gördüğüm halde madalyanın üzerindeki kabartmaya hiç dikkat etmemiştim. Bu sefer, nedendir bilmem, madalyanın üzerindeki kabartma dikkatimi çekti. Çünkü madalyanın üzerinde bir yerleşim yeri olduğu anlaşılan evler, sağ tarafında minaresi açıkça belli olan bir cami ve altında da kağnı ile cephane taşıyan bir köylü kadının kabartma şeklindeki resmi vardı. Bu şeklin üzerinde de ışık haleleri bulunuyordu.
      İstiklal madalyası üzerinde cami resmi olduğu ilk defa dikkatimi çektiğinden eve gelince istiklal madalyası hakkında biraz araştırma yaptım. 4 Nisan 1921 tarihinde TBMM tarafından çıkarılan 66 sayılı kanunla istiklal madalyası verilmesine karar verilmiş ve Osmanlı dönemine ilişkin tüm madalya ve nişanlar iptal edilmiş.
      İstiklal Madalyası, Milli Mücadele’de yararlılık ve cephelerde kahramanlık gösteren sivil ve asker kişilerle o dönemde savaşa katılan alayların sancaklarına ve Erzurum ve Sivas kongrelerine katılanlara verilmiş.
      Bu madalyalar 1 Kasım 1926 tarihine kadar TBMM tarafından verilirken bu tarihten itibaren müracaat edenlere Millî Savunma Bakanlığınca verilmiş. 1926 yılına kadar 6.920 madalya verilmiş. Bundan sonra, 1968'de 1005 sayılı yasanın (1 Mart 1968 tarihi itibariyle) kabulüne kadar geçen 47 yıl içinde verilen madalyalarla birlikte; madalya verilen kişi sayısı 95.261’e ulaşmış.
      İstiklal madalyası sadece kişilere değil şehir ve sancaklara da verilmiş. 30 Ocak 1929 gün ve 3579 sayılı kanunla; Kurtuluş Savaşı’nda cephede görev yapan alay sancaklarına İstiklal Madalyası verilmiş. Ayrıca iki şehir ve bir ilçeye de istiklal madalyası verilmiş. Bunlar Kahramanmaraş Gaziantep ve İnebolu’dur.
      İlk defa istiklal madalyası verilen yerleşim yeri İnebolu olmuş. İnebolu, 9 Nisan 1924 tarihli TBMM kararıyla, beyaz şeritli istiklal madalyası ile ödüllendirilmiş. İstiklal madalyası alan ilk şehir olan Kahramanmaraş ta, 5 Nisan 1925'te kırmızı şeritli istiklal madalyası ile ödüllendirilmiş. Çünkü Meclis'ten gelen ve şehirde Kurtuluş Savaşı'na katılanların bildirilmesini isteyen yazıya şehrin ileri gelenlerinin Maraş’ta milli mücadele’ye katılmayan hiç kimse yoktur” cevabı üzerine TBMM, madalyayı bütün şehir halkına verme kararı almış. Gaziantep ise, ancak 2008 yılında istiklal madalyasını alabilmiş.
      Bu genel bilgilerin ardından şimdi de madalyanın şekline ve benim dikkatimi çeken kabartmasına gelelim. İstiklal Madalyası`nın şekli mecliste uzun tartışmalar sonucu belirlenmiştir. Bu işle, Mustafa Kemal tarafından İstiklal Madalyası yasa tasarısını hazırlamak için görevlendirilen Mustafa Necati Uğural ilgilenmiştir. Bu çalışmalar sonucunda istiklal madalyasının tasarımı Mesrur İzzet Bey tarafından yapılmış. İzzet Bey aynı zamanda ilk madeni para ve pulların da tasarımını yapan kişidir.
      İstiklal madalyası oval şeklindedir. İstiklal madalyası pirinçten yapılmıştır. Çapı 35x40 mm, ağırlığı 15.55 gramdır. Ön yüzünde; üstte Ankara şehrinin, ortada TBMM Binası`nın resmi bulunan madalyanın arkasında zafer ve barışa işaret eden güneş ışınları görülmektedir. Meclis`in sağında 23 Nisan bilgiyi, orak ve tırpanlar tarıma önem verileceğini, iki taraftaki meşaleler de barışı anlatır. En altta kağnısıyla birlikte bir köylü kadını görülmektedir.
      Madalyanın öteki yüzünde ay yıldızla çevrilmiş olarak Misak-ı Milli sınırlarını gösteren Türkiye Haritası vardır. Bu harita üzerindeki tek yıldız Ankara şehrini işaret etmekte, yıldızdan çıkan ışınlardan birisi Kars`a kadar uzanmaktadır. En altta madalyanın yapılış yılı olan 1 Teşrinisani 1338 (1 Kasım 1922) tarihi bulunmaktadır.
      T.B.M.M`ce verilen ilk madalyaların kurdele rengi yeşildir. Ancak daha sonra milletvekillerine yeşil, cephede bulunanlara kırmızı, cephe gerisinde çalışanlara beyaz renkte kurdelesi olan madalyalar verilmiştir. Cephede görev almış milletvekillerinin madalya şeritleri yarı kırmızı, yarı yeşil renklidir.
      Tüm bu bilgilerin ışığı altında şimdi, iğrenç ağızlarından salyalar akarak; keşke Yunanlılar galip gelseydi veya cumhuriyet bir devre arasıydı gibi aşağılık sözler sarf edenleri ve Atatürk’ü dinsiz göstererek bu iğrençliklerinin üzerine tüy dikenleri düşündükçe ne söyleyeceğimi tam olarak bilemiyorum.
      Ama biliyorum ki Milli Mücadele sırasında herkes düşmanla savaşmadı. Bazıları da İngiliz, Fransız ve Yunan altınlarını alarak mücadelenin en sıkıntılı dönemlerinde milli kuvvetleri arkasından vurdu. Bazıları ise ‘’Yunan ordusu, hilafet ordusudur.’’ diye iğrenç (sözde) fetvalar yayımlamaktan bile çekinmedi.
      Şimdi bu lafları edenler, sanırım bu ikinci sınıf aşağılık işleri yapanların torunları olmalı diye düşünüyorum. Yoksa kendi kontrolünde hazırlanan bir madalyaya cami resmi koyduran bir kahramanı, bu ülkenin kurucusunu dinsizlikle suçlayacak kadar alçalmazlardı.

      Saygılar sunarım.
      Mehmet Çanlı
      28.10.2017.
      Not: Bu yazıyı beğendiyseniz alttaki butondan facebook, twitter, pinterest ve G+ tuşlarına basarak arkadaşlarınızla paylaşırsanız sevinirim. Teşekkürler.

Yehova Şahitleri 4: Fethullah Gülen Cemaati ve Yehova Şahitleri İlişkisi.



Yehova Şahitlerinin, isimlerini İşaya'nın (40/10) ayetinden  alan bir Hristiyan tarikatı olduğunu, bu tarikata mensup olanların; Yehova'nın güçlü bir tanrı ve İsa Mesih'in vadedilmiş Yeni Dünya'nın kralı olacağına ve şimdi Yehova'nın uyarılarına kulak verip ona boyun eğenlerin yer yüzünde kurulacak yeni bir dünyada ebedi olarak yaşayacaklarına inandıklarını daha önceki yazılarımızda açıklamıştık.
    1870 yılında kurulan bu tarikat inançlarını yaymak için kurulduğu ilk günden itibaren tüm mensuplarını bu inanışı yayan birer vaiz olarak yetiştirmektedir. Bu sebeple tüm tarikat mensupları yaşadıkları her yerde tarikatı yaymak için canla başla çalışmaktadır.
    Yehova Şahitleri, Amerika'da kurulmuş olmasına rağmen faaliyet alanı bütün dünyadır. Her milletten şahit kazanmaya ve bütün ülkelerde örgütlenmeye özellikle önem vermektedirler. Bu şekliyle tarikat uluslararası bir yapıdadır. Dünya çapında örgütlenmeleri, mevcut devletleri, milletleri ve dinleri sapkın yapılar olarak görmelerinden ve kurtuluşa sadece kendi tarikatlarının ulaşacağına inanmalarından kaynaklanmaktadır. Sanırım bu söylediklerimin Fethullahçılarda da aynı olduğunu son zamanlarda herkes görüp öğrenme fırsatı bulmuştur.
   Diğer önemli bir benzerlik te iki tarikatında, farklı dinlere mensup olmalarına rağmen aynı kaçınılmaz sonu öngörmeleridir. Yehova Şahitleri İsa'nın gökten inerek kutsal dünya krallığını kuracağını, ancak ondan önce şeytanın dünyaya gelerek insanları kötü yola sokacağını, İsa inince bu kötü yola girmiş insanlarla savaşarak onları yok edeceğini söylerken Fetocular şeytan yerine deccal, İsa yerine de mehdi kelimesini kullanmaktadırlar. Sözüm ona Deccal Atatürk veya zaman zaman duyduğum gibi Erdoğan iken Mehdi de Fethullah Gülen'dir.
   Yehova Şahitleri, tarikat içi organizasyon ve faaliyetler açısından da Fetoculara çok benzemektedir.  Örneğin aynı Fethullahçılar gibi onlar da toplantılara ve eğitime, özellikle de tarikat içi eğitime çok önem vermektedirler. Bu sebeple, her hafta düzenli olarak toplantılar yapılmakta ve bu toplantılarda mensuplarına hem kendi inançlarının eğitimi verilmekte ve hem de tarikatlarına taraftar kazanmak için diğer insanlarla nasıl bir iletişim kurmaları gerektiği hakkında bilgiler verilmektedir. Bu dersler esnasında ve derslerde öğrendiklerini yeni tarikat adaylarına anlatmak için yapılan görüşmeler esnasında vaizler veya vaiz grupları İncil yerine başta Kitab-ı Mukaddes olmak üzere kendi inançlarını anlatan kitap ve broşürler kullanmaktadır. İlginç bir şekilde Fetöcüler de, Kur'an-ı Kerim yerine daha çok  Feto'nun vaazlarını ve kitaplarını kullanmaktadırlar.
   İki tarikatın faaliyet göstermek için kullandığı yöntemler arasında da büyük benzerlikler bulunmaktadır. Örneğin Yehova Şahitleri de Fetocular gibi basın ve yayına büyük önem vermektedirler. Kuruldukları tarihten kısa süre sonra bir dergi çıkarmaya başlamaları da bunu göstermektedir.  Yehova Şahitleri, propaganda çalışmaları ile paralel olarak her yıl dünyanın en büyük şehirlerinde tüm dünyadan gelen bazı delegelerinin katılımıyla eğitim ve değerlendirme toplantıları yapmaktadırlar. Bu ve benzeri faaliyetler FETOcular tarafından da yapılmaktadır. Londra'da görev yaptığım sırada bunların bir toplantı yapacağını haber alınca, ne konuştuklarını öğrenmek için bir kişiyi bunların arasına sokarak toplantılarına katılmasını sağlamıştım. Şaşırtıcı bir şekilde, toplantıya katılanların birkaçı Türk iken kalan kısmı İngiliz ve diğer milletlerdendi.
    Bu iki tarikat arasında burada, yazıyı daha fazla uzatmamak için açıklama gereği duymadığım daha onlarca benzerlik vardır. Yehova Şahitleri ile Fethullah Gülen Cemaati birbirine o kadar çok benzemektedir ki kendi tarikatlarına, tarikat mensuplarına ve yaptıkları faaliyetlere verdikleri isimler bile aynıdır. Örneğin Yehova Şahitleri kendi mensuplarına ''hizmetçi'' veya ''hizmet eri'', faaliyetlerine de '' hizmet''  demektedirler. İlginç bir şekilde Fethullah Gülen Cemaati de üyelerinin faaliyetine hizmet, cemaatlerine hizmet hareketi, üyelerine de hizmet eri demektedir.
Ayrıca Yehova Şahitlerinin örgütlenme şekli de Fetöcülerin örgütlenme şekline çok benzemektedir. Örneğin onlar da Fethullahçılar gibi tarikat üyelerinin bir listesini tutmazlar. Yani resmi olarak kayda geçirmezler. 
    Sakın yanlış anlamayın. Ben burada, düşene bir de ben vurayım mantığıyla Fetoculara bir kulp takma niyetinde değilim. Benim Fetöcülerle ilgili yorumlarım Fetöcülerin 15 Temmuz sonrasında kamuoyunda yerden yere vurulmaya başlanmasıyla ortaya çıkmış bir durum değildir. Herkes Feto'nun yanına yaklaşıp resim çektirmeye veya elini öpmek için Pensilvanya'ya gitmeye çalışırken de ben bunların ne mal olduklarını her yerde anlatıyordum. Çünkü benim bu cemaatle ilgili duygu ve düşüncelerim, çok daha önceleri, cemaatin yeni yeni örgütlenmeye çalıştığı dönemlere kadar gitmektedir. Burada bundan kısaca bahsetmek isterim.
    Ben 1980'li yıllarda, İzmir'de (Çamdibi Semtin'de) oturan bir yakınıma gidip bir hafta kadar kalmıştım. Meğer Fethullah Gülen, o hafta cuma günü  kaldığım eve 500-600 metre mesafedeki bir camide vaaz veriyormuş. Muş diyorum çünkü o zamanlar ne Fethullah Gülen'i tanıyor, nede ne yaptığını biliyordum. 
    Mahallede arkadaş olduğum bazı çocuklar Fethullah Gülen'in o camide vaaz verdiğini, cuma namazını kılmak için o camiye gideceklerini ve benim de onlarla gelmemi söylediler ama ben eve daha yakın olan, mahalledeki camiye gittim. Akşam üzeri sokakta buluştuğum o arkadaşlarım bana, Fethullah hocayı (onların Feto hakkında kullandığı ifade buydu) anlata anlata bitiremediler. ''Şöyle derin hoca, böyle derin hoca (Bazılarının böyle manyaklara derin hoca demesi ve bazılarının da birkaç mafya bozuntusu serseriye derin devlet demesi yüzünden bu derin kelimesinden nefret ederim.), şöyle güzel vaaz verdi, böyle güzel vaaz verdi, hepimizi hüngür hüngür ağlattı'' laflarından adamı çok merak ettim ama bir iki gün sonra köye gittiğimden görmek nasip olmadı (İyi ki de olmamış.). 
    Gerçi ben  dedemden, Manisa'da Fethullah isminde çok etkili vaaz veren bir vaiz olduğunu duymuştum ama daha çok genç olduğumdan o zamanlar vaiz takip etmek gibi bir merakım yoktu. Gerçi şimdi de yok ama neyse....   Müezzin olan amcam, daha o zamanlar (1979-80 yılları) adamın ne mal olduğunu anlamış olmalı ki ; aile içindeki sohbetlerde Fethullah ismi geçince çok kızar ve ''sapık o herif, aklı olan onu dinlemez'' derdi. Ama İzmir'de Fethullah Hoca'dan bahsedildiğinde, Manisa'da sözü edilen Fethullah'ın bu Fethullah olup olmadığını bilmiyordum. Fakat bu çocukların konuşmalarından, Manisa'da sözü edilen Fethullah Hoca gibi, Fethullah Gülen'in de İzmir'de önemli bir hayran ve takipçi kitlesi olduğunu anlamıştım.
   İlginç bir tesadüftür ki aynı günlerde, Yehova Şahitleriyle de ilk defa tanıştım. Mahalledeki bir radyo-televizyon tamircisine eli yüzü düzgün, giyimi çok iyi ve çok kibar konuşan üç genç (20'li yaşlarda) gelmiş, yeni tanıştığım bir arkadaşın babası olan tamirciye hararetli hararetli bir şeyler anlatıyordu. Kapının önünde otururken içerde bu gençlerin konuşmaları dikkatimi çekince içeri girdim ve onları dinlemeye başladım. Duyduklarım, daha da merakımı celbedince tamirci amcanın sen de nereden çıktın der gibi bakışları üzerimde olmasına rağmen çekinmedim ve  kendilerine birçok soru sordum. Bu üç gençten daha çok bir tanesi konuşuyor, bazen diğer ikisi onu destekler mahiyette söze giriyordu.  O zaman bana, (Hristiyanlıktan bahsetmeden)  insanların yoldan çıktığından, bundan kurtuluş yolunu aradıklarından (ve bulduklarından),kıyametten filan bahsettiler.
    Onlar gittikten sonra kaldığım evin hemen yanındaki cami imamını bulup ''bu herifler de kim hocam'' diye sordum. Çünkü üç genç Yehova Şahidi, dükkandan çıkarken yakında cami imamıyla görüşüp ona da tebliğ yapacaklarını, o zaman dükkana tekrar uğrayıp kitap ve broşür getireceklerini söylemişlerdi. Hoca bana, (İtiraf edeyim ki uzun süre o imam kadar okuyan, kültürlü, bilgili ve uyanık başka bir cami imamına rast gelmedim) bunların Hristiyanlık ve Yahudilik karışımı bir dini inancı olan ama kendilerini Hristiyan kabul edilen sapkın bir tarikat olduğunu söyledi.
    Ayrıca, bu tarikatın İzmir ve çevresinde çok faal olduğunu, tarikat üyelerinin hemen hemen her çevre ile temas kurup propaganda yaptıklarını, hatta kendisini bile Yehova Şahidi olmaya davet ettiklerini, ancak kendisinin onlara Kur'an, incil ve Kitab-ı Mukaddes'ten örnekler vererek (imam ilahiyat fakültesi mezunuydu ve çok bilgili biriydi) iddialarının saçma olduğunu açıkladığını, bunun üzerine o kişilerin; tarikata daha yeni girdiklerini, ancak daha bilgili bir arkadaşlarını getirerek onun tezlerine karşılık verebileceklerini söylediklerini ve o hafta sonunda buluşmak için randevulaştıklarını anlattı. Tabii bu arada, bu şahısların faaliyetleri hakkında polisi bilgilendirdiğini ama polisten pek fazla ilgi görmediğini de ilave etti.
    Şimdi, tüm bu yaşadıklarım çerçevesinde düşünerek olayları mantık süzgecinden geçirince, genç bir delikanlı olarak İzmir sokaklarında bana ve hatta caminin imamına kadar ulaşabilen böyle bir organizasyonun, o sırada kendi örgütünü yaymaya ve bunun için her çevre ile temas kurmaya çalışan Fethullah Gülen ile görüşmemiş olması çok düşük bir ihtimal gibi görünmektedir. Zaten Fethullah Gülen Cemaatinin, yani namı değer Fetöcülerin,  yukarıda da kısmen bahsettiğim faaliyet alanları ve örgütlenme biçimi dikkate alındığında, Yehova Şahitleri ve bazı başka Hristiyan ve Yahudi tarikatlarıyla çok fazla benzerlikleri olduğu görülmektedir. O zamanlar İzmir'de hem Yahudi, hem de Hristiyan birçok tarikat ve organizasyon faaliyet gösteriyordu. Bu konu detaylı bir şekilde araştırılacak olursa muhtemeldir ki Fetö'nün bu tarikatlarla ilişkisi ve ne kadar etkilendiği daha net bilgiler ortaya çıkacaktır.

Saygılar sunarım.
Mehmet Çanlı
28.10.2017.
Not: Bu yazıyı beğendiyseniz alttaki butondan facebook, twitter, pinterest ve G+ tuşlarına basarak arkadaşlarınızla paylaşırsanız sevinirim. Teşekkürler.

Yehova Şahitleri 3: Şahitlerin Çalışma Yöntemleri.


    Yehova Şahitlerinin, isimlerini İşaya'nın (40/10) ayetinden  alan bir Hristiyan tarikatı olduğunu, bu tarikata mensup olanların; Yehova'nın güçlü bir tanrı ve İsa Mesih'in vadedilmiş Yeni Dünya'nın kralı olacağına, onun şimdi taç giymiş olarak gökte bulunduğuna, yakında yapılacak Armagedon Savaşı'nda kötü insanları (yani Yehova Şahidi olmayan herkesi) yok edeceğine ve şimdi Yehova'nın uyarılarına kulak verip ona boyun eğenlerin yer yüzünde kurulacak yeni bir dünyada ebedi olarak yaşayacaklarına inandıklarını daha önceki yazılarımızda açıklamıştık.
    1870 yılında kurulan bu tarikat inançlarını yaymak için daha kurulduğu ilk günden itibaren tüm mensuplarının bu inanışı yayan bir vaiz olması gerektiğine karar verdiğinden, Yehova Şahidi olan herkes bu tarikatın öğretilerini yaymak ve tarikata taraftar kazanmakla görevli kabul edilmektedir. Uyguladıkları öğretim ve vaaz usulü ise oldukça iptidaidir. Çünkü Yehova'nın büyük şahidi İsa'nın uyguladığı yönteme sadık kalmak gerektiğine inanmaktadırlar. Bu sebeple tarikat inançlarını başlangıçtan itibaren ev ev, dükkan dükkan gezerek bire bir konuşmak ve vaaz vermek şeklinde yaymaya çalışmaktadır.
    Bu tarikatın, insanlarla bire bir temasa geçerek taraftar kazanmaya çalışmaya verdikleri önemi anlayabilmek için daha 1955 yılında dünyanın dört bir yanına 642 bin propagandacı vaiz gönderdiğini belirtmek sanırım yeterli olacaktır. Bu çalışmalar sonucunda, daha o zaman dünya üzerinde 158 ülkede 16.044 cemaat grubu oluşturmayı başarmışlardır.
    Bu cemaatler her hafta düzenli olarak toplanarak inançlarının daha iyi öğrenilmesi ve bu öğrenilenlerin diğer insanlara daha etkili bir şekilde anlatılarak taraftar sayılarının artırılması için eğitim yapmaktadırlar. Bu çaba sonucunda 1955 yılı verilerine göre yılda 85 milyon saat propaganda yapmışlardır. Bu propagandalarda en çok önem verdikleri yöntemlerden biri ev ziyaretleri yaparak tüm aile bireylerine aynı anda propaganda yapmaktır. Böylece, aile bireylerinden birini ikna edebilirlerse tüm aileyi zamanla etki altına alabileceklerini düşünmektedirler.
    Bu propagandalar esnasında vaizler veya vaiz grupları başta Kitab-ı Mukaddes olmak üzere kendi inançlarını anlatan kitap ve broşürler de dağıtmaktadırlar. Yine 1955 yılı verilerine göre bir yılda 30 milyon Kitab-ı Mukaddes ve 85 milyon tarikatı tanıtıcı kitap dağıtmışlardır.
    Tarikatın çıkardığı süreli dergiler de dünya çapında dağıtılmaktadır. Bunlardan The Watch Tower dergisi 41 dilde, Avade dergisi 14 dilde yayın yapmaktadır. Tarikatın kendi yayınlarına göre 1920 yılından 1982 yılına kadar dünya çapında 100 ayrı dilde yazılmış 643 milyondan fazla kitap dağıtmışlardır.
    Bu propaganda çalışmaları ile paralel olarak her yıl dünyanın en büyük şehirlerinde yıl içine dağıtılmış zamanlarda tüm dünyadan gelen bazı delegelerin katılımıyla eğitim ve değerlendirme toplantıları yapmaktadırlar. Dünyanın her yerindeki faaliyetlere katılacak yetri kadar delegeleri vardır. Örneğin Avrupa'da tarikatın toplam 643.682 delegesi olduğu tespit edilmiştir.
    Tarikatın merkezi Amerika'da olduğundan bu toplantılar Amerika'daki merkez tarafından planlanmakta ve takip edilmektedir. Bu toplantılarda sürekli vaaz edilen ana tema şudur: ''İsa, şeyler sisteminin hitamında bir vaaz faaliyetinin yapılması gerektiğini gösterdi, krallığın bu iyi haberi, bütün milletlere ve bütün yerleşim yerlerinde anlatılacaktır. Bütün yeryüzünde bir krallık şehadeti verilmesi için yaşayan şahitlerin bulunması gerekmektedir.Onlar tanrının ismine şahit olmalıdırlar. Bu onları, Yehova Şahidi yapar.''
    Tarikat 1870 yılında kurulduğunda Kitab-ı Mukaddes'i inceledikleri için onlara ''Kitap Tedkikçileri'' deniliyordu. Daha sonra bu tedkikleri hakkında yazılar yazmaya başlayınca onlar kendilerine Yehova'nın Şahitleri ismini verdiler. Bu tetkikleri yazmak için The Watch Tower isimli bir dergi çıkardılar. Derginin ilk sayısı 1879 yılının Temmuz ayında çıktı. Vaaz ve yayın faaliyetlerini yaymak için şahitler 1884 yılında da Watch Tower Bible and Tract Society isimli derneği kurdular. O zamanlar şahitler, Tanrının Semavi Krallığının 1914 yılında kurulacağına inanıyorlardı. Çünkü Kitab-ı Mukaddes incelemelerinde o yıl, milletlerin, yani Yehova'nın kavmi olmayanların dünya üzerindeki zamanının sona ereceğine karar vermişlerdi.
    Bu sebeple faaliyetlerine hız verdiler. Bu zaman gelmeden dünyanın her yerinden çok sayıda insanı şakird kaydetmek, vaftiz etmek ve inançlarını onlara öğretmek istiyorlardı. Çünkü ilan edilmeye ve dünya çapında yayılmaya layık tek bir şey olduğuna, bunun da Yehova'ya şahitlik olduğuna inanıyorlardı. Bu sebeple yukarıda açıklanan ev ev gezerek yapılan vaazların yanında dünyanın her büyük şehrindeki her büyük meydanda birer Yehova Şahidi'nin her zaman nöbette bulunmasına ve gelip geçenlerden uygun görünenlere tarikatın propagandasının yapılmasına karar verdiler ve bu usulün hala devam ettiği sanılmaktadır.
    Burada ilginç bir konuyu da belirtmeden geçemeyeceğim. Yehova Şahitleri kendi mensuplarına ''hizmetçi'' veya ''hizmet eri'', tarikatı yayma faaliyetlerine de '' hizmet'' demektedirler. Bu gün 15 Temmuz darbesinden sonra artık FETÖ ismiyle bir terör örgütü olarak kabul edilen Fethullah Gülen Cemaatinin de üyelerinin faaliyetine hizmet, cemaate hizmet hareketi, üyelerine de hizmet eri demeleri Yehova Şahitleri ile ne kadar benzerlikleri bulunduğunu göstermesi açısından oldukça önemlidir. Ayrıca Yehova Şahitleri de Fethullahçılar gibi tarikat üyelerinin bir listesini tutmazlar, yani resmi olarak kayda geçirmezler. Bunun yerine vaaz faaliyetlerinin planını yaparlar ve sözlü olarak görevlendirilen kişiler bu faaliyetleri yaparlar.
   Fethullah Gülen Cemaatının Yehova Şahitleri ile olan benzerliğini sadece bu ortak kelimelere değil, yaşadığım bazı olaylara da dayanarak söylüyorum. Ama bu yazı yeterince uzadığı için bunu da Yehova Şahitleri 4 başlıklı bir yazıda açıklayacağım.

   Şimdilik konuyu burada kesiyorum.

   Umarım faydalı olmuştur.

   Saygılar sunarım.

   Mehmet Çanlı.
   27.10.2017.

   Not: Bu yazıyı beğendiyseniz alttaki butondan facebook, twitter, pinterest ve G+ tuşlarına basarak arkadaşlarınızla paylaşırsanız sevinirim. Teşekkürler.
   

27 Ekim 2017 Cuma

İYİ Parti Kurulur Kurulmaz Başarılı Olacağını Ortaya Koydu.


Uzun süredir kurulması kamuoyu tarafından beklenen Meral Akşener'in partisinin ismi, logosu ve kurucuları ile parti programı nihayet ilan edildi.
Ben kişisel olarak partinin kuruluş aşamalarını yakından takip etmeye çalıştım.
Görünen o ki İYİ Parti son yıllarda solda ve sağda büyük ümitlerle çıkan ama kısa süre içinde silinip giden diğer partiler gibi olmayacak.
Gerek basında, gerek sosyal medyada ve gerekse sokakta takip ettiğim kadarıyla bu parti birçok insanda büyük bir ümit yaratmış ve karşılık bulmuş durumda.
Bazı çevrelerin bu partinin tutmayacağı veya fetöcü olduğu gibi söylemlerle partiye daha kurulduğu gün pervasızca saldırması da partinin başarılı olacağını gösteriyor.
Bilinen bir sözdür; meyve veren ağaç taşlanır.
Eğer İYİ Parti kısa süre içinde yok olacak bir parti olsaydı bu kadar taşlanmazdı.
Burada benim ilginç bulduğum şudur.
Malum İYİ Parti MHP'den kopan bir grubun önderliğinde kuruldu.
Bu sebeple MHP'nin İYİ Parti'ye saldırması gayet makul ve beklenilen bir tavırdır.
İYİ Parti, söylemleriyle daha kurulmadan çok önce AKP'ye saldırdığından ve AKP tabanından oy alacağı beklentisi olduğundan İYİ Parti'nin AKP çevrelerince de saldırıya uğraması anlaşılabilir bir tepkidir.
Fakat ilginç bir şekilde İYİ Parti, daha kuruluşunu açıkladığı ilk andan itibaren CHP ve Vatan Partisi çevrelerince de, ve hatta AKP ve MHP'den de sert bir şekilde eleştiri yağmuruna tutulmaya başlandı.
Normal olarak, sağda olduğunu iddia ettikleri bu yeni partinin bu iki sol partiyi o kadar da ilgilendirmemesi gerekir diye düşünüyordum.
Ama görünen o ki durum öyle değil.
Peki neden bu iki sol parti İYİ Partiye saldırıyor?
Bence cevap çok basit.
İYİ Parti sadece sağda değil solda da bir karşılık buldu ve bu durum anketlere de yansımaya başladı.
Görünen o ki İYİ Parti hem sağdan hem de soldan büyük bir oy alarak iktidar partisi olmaya en yakın partilerden biri olarak ortaya çıkmıştır.
Başkanlık seçiminde de Erdoğan'ın en büyük rakibi Akşener olacak gibi görünmektedir.
AKP, bunu çok daha önceden, yaptığı anketlerde tespit ettiğinden partinin kuruluş fikrinin ortaya çıktığı günden beri saldırgan bir tavır almış ve her türlü olumsuz söylemle parti kurucuları hakkında propaganda yapmıştır.
Ancak kullandıkları söylemler çok inandırıcı olmadığından bunda başarılı olamamışlardır.
Parti kurulurken bu sefer de hotel ve salon bulamamaları için hotel sahiplerine baskı da dahil her türlü kötü davranışı göstermişlerdir.
Ancak bu yaptıkları kendilerinden çok, İYİ Parti'ye yarar sağlayan çok olumsuz bir tavır olmuştur.
Malum olduğu üzere Türk halkının psikolojik yapısı, mağduru ve mazlumu korumaya eğilimlidir. Zaten AKP de iktidara mağdur ve mazlum edebiyatı ile gelmiştir.
Şimdi bu hareketleriyle kamuoyunda kendileri zalim duruma düşerken yeni bir mağdur ve mazlum yaratmış gibi görünmüşlerdir.
CHP ve Vatan Partisi'nin saldırgan tutumu da (bence) İYİ Parti'ye yaramaktadır.
Bu söylemler, sağda kurulan bir parti gözüyle bakarak İYİ Parti'ye hiç ilgi göstermeyen sol seçmenin dikkatini de İYİ Parti üzerine çekmiştir.
Muhtemelen bundan sonra daha fazla sol seçmen İYİ Parti'ye oy vermeyi ciddi olarak düşünecektir. Çünkü sol seçmen, daha okur yazardır ve parti programını okuyacaktır.
Parti programını okuyan sol seçmenin, kendi istek ve düşüncelerinin çoğunu programda bulması muhtemeldir.
Çok fazla uzatmadan konuyu bağlayalım.
İYİ Partiye yapılan bu yoğun eleştiri ve saldırı sadece İYİ Parti'ye yaramaktadır.
Çünkü İYİ Parti, kurulduğu andan itibaren yapılmaya başlanan bu eleştiriler sayesinde  ülke gündemine oturmuştur ve beş kuruş harcamadan milyon dolarlık reklamı onu eleştirenler tarafından yapılmaktadır.
Şu anda herkes İYİ Partiyi, amblemini, kurucularını, programını ve daha birçok yönünü konuşmaktadır.
Propagandanın ve öğrenmenin en temel yolu tekrardır.
Bu sayede her ortamda İYİ Parti'nin ismi sürekli tekrarlanmakta ve milletin hafızasına yazılmaktadır.
Bu da İYİ Parti'yi, insanların biliç altına, hükümetin en büyük alternatifi olarak yerleştirmektedir.

Bence susmak ,şu anda konuşanlar için daha İYİ bir seçenektir.

Saygılar sunarım.

Mehmet Çanlı
27.10.2017.

Not: Bu yazıyı beğendiyseniz alttaki butondan facebook, twitter, pinterest ve G+ tuşlarına basarak arkadaşlarınızla paylaşırsanız sevinirim. Teşekkürler.

ÜNİVERSİTELER TARAFINDAN YAPILAN DOKTORA ÇALIŞMALARININ KONU VE DÖNEMLERİNE GÖRE İNCELENMESİ.



YAKIN DÖNEM TARİHİ İLE İLGİLİ ÜNİVERSİTELER TARAFINDAN YAPILAN DOKTORA ÇALIŞMALARI

                                                                                                     


Özet

Yakın döneme ait tarih araştırmaları; arşivlerin çoğunun henüz açılmaması, yazılı resmi kaynakların sınırlılığı, mevcut kaynakların çok fakat güvenilirliğinin yetersiz oluşu ve günlük siyasi olaylardan etkilenme riski gibi oldukça önemli sorunlar içermektedir. Bu sorunlar, üniversitelerde yakın dönemle ilgili olarak yapılan bilimsel tarih araştırmalarını da etkilemektedir.
Bu araştırmada internet üzerinden, Yükseköğretim Kurumu (YÖK) Tez Merkezi ana sayfasından,  2000-2014 yılları arasında yapılan ve tarih konularını kapsayan doktora tezleri taranarak bu tezlerin yakın dönem tarihi ile ilgili olanları incelenmiş ve buna ait değerlendirmeler yapılmıştır.
Tezlerde incelenen konular 1960 yılı öncesi dönemi, 1960-2000 dönemi ve 2000-2014 dönemi olarak üç gruba ayrılarak incelenmiştir.  Bu araştırmada özellikle, 1960-2014 yılları arasındaki konularla ilgili tezler detaylı bir şekilde incelenmiştir. 
Araştırma sonucunda; son zamanlarda yakın dönem tarihine ait konulara ilginin artmakta olduğu ve bu durumun doktora tezlerine de yansıdığı sonucuna varılmıştır.

Anahtar Sözcükler: Tez, Doktora Tezi, YÖK, Yakın Dönem Tarihi.

 Giriş

Tarihin, geçmişle ilgili olduğu herkes tarafından bilinmekle birlikte, ‘’Tarih nedir?’’ sorusuna verilecek cevap bu kadar basit değildir. Bu soruya, farklı sahalarda araştırma yapan kişilerin verdiği cevaplar incelendiğinde, bunların birbirlerinden çok farklı tarih tanımları yaptıkları görülmektedir.
Bununla birlikte, tarih disiplini dışındaki konularla ilgili kişilerin yaptıkları değişik tanımlamaları bir yana koyarsak, günümüz tarihçileri, tarihin ne olduğu ve kapsamı konusunda aşağı yukarı aynı fikirdedirler: ‘’Tarih, geçmiş üzerine yapılan araştırmadır. Geçmiş zamandaki insan tecrübesinin tamamı tarihin konusudur.’’[1]
Tarih, geçmiş dönem üzerine yapılan araştırma olarak tanımlanınca, bu geçmişin ne kadar geriden başlayacağı ve ne zamana kadar devam edeceği sorusu, yani tarihin dönemlere ayrılması sorunu ortaya çıkmaktadır. Bilindiği gibi, bazı araştırmacılar bu tür bir ayrıma karşı çıksa da, günümüzde tarih; Eski, Orta ve Modern çağlar gibi dönemlere ayrılarak araştırılmakta ve öğretilmektedir.  
Tarihin günümüze ne kadar yaklaşacağı konusuna gelince, burada tarihin belli dönemlere ayrılmasına göre oldukça önemli bazı yeni sorunlar ortaya çıkmaktadır. Her şeyden önce, ‘’yakın dönem tarihi’’ diye yeni bir kavramla karşılaşılmaktadır. O zaman da; ‘’Yakın dönem tarihi nedir?’’, ‘’Ne zaman başlayıp ne zaman sona ermektedir?’’ gibi cevaplanması gereken bazı başka sorular ortaya çıkmaktadır.
Yakın dönem tarihi hakkında fikir yürüten bazı araştırmacılara göre yakın dönem; 19. Yüzyıl sonunda başlayan ve 20. Yüzyıl boyunca devam eden sanayi devrimi, basının yaygınlaşması ve sosyalizmin yükselişi gibi olayların başlangıcından başlatılmaktadır. Öte yandan diğer bir görüşe göre yakın dönem; insanların hatırladığı geçmiş bir dönemden başlamaktadır. Bu görüşte olanlar; İngiltere’de II. Dünya Savaşı’nı, Almanya’da Nazi döneminin başlangıcını, Rusya’da 1917 Ekim devrimini yakın dönem başlangıcı olarak kabul etmektedir. Bu dönem, Türkiye açısından, Cumhuriyet’in kuruluşuna kadar götürülmektedir.
Bu durum herkesin üzerinde hemfikir olabileceği bir tanım kabul etmeyi oldukça zorlaştırmaktadır. Ancak, kendisinden önceki ve sonraki dönemlerden ayıran olayların belirlenmesi, yakın dönem tarihinin ilgilendiği zaman aralığını da belirlemek için bir tutamak olabilir. Böylece, esas alınan bu zaman aralığı ve bu aralığın kendine has nitelikleri yakın dönem tarihinin başlangıç ve bitişini belirlemek için kullanılabilir. Görüldüğü gibi yakın dönemi kapsayan makul bir zaman dilimi belirlemek imkânsız değildir.
Yakın tarihin başlangıç tarihini belirlemek sorunlu görünse de bu dönemin bitiş tarihini belirlemek biraz daha kolaydır. Yakın dönemin bitiş tarihini düne kadar uzatmak mümkündür. Çünkü yukarıda da belirtildiği gibi yakın dönem tarihinin ilgilendiği olaylar oluşum halindedir veya oluşumunu henüz tamamlamamıştır. 
Yakın dönem tarihinin tanımlanması konusundaki problemlerden genel olarak bahsettikten sonra, şimdi de bu dönemle ilgili araştırmalar yapan yakın dönem tarihçisinin karşılaştığı temel zorluklardan kısaca bahsetmekte fayda olduğu değerlendirilmektedir.
Yakın dönem tarihçisinin karşılaştığı ilk ve en büyük sorun, yaşadığı dönemin getirdiği şartların içine gömülerek sübjektif olma ihtimalidir. Gerçi tarihçinin yazdığı çalışmalar, hangi döneme ait olursa olsun, bir miktar sübjektif olmaktan kurtulamaz. Ancak burada önemli olan sübjektifliğin derecesidir. Eğer yakın dönem tarihçisi, yaşadığı dönemin siyasi atmosferinin farkında olursa, en az gerçek tarihçi kadar, bu tesirlerin tuzağına düşmekten kaçınabilir.
Yakın dönem tarihçisinin objektif bir şekilde yazma konusunda problem yaşamasının önemli bir sebebi de olaya karışan şahısların hala hayatta olmalarıdır. Hele bu şahıslar iktidarda ise kaçınılmaz bir şekilde daha çok onları övmeye yönelik bir tarih yazılacaktır. Öte yandan muhaliflerin yazıları da sadece onları eleştiriye yönelik olacaktır.
Bu anlamda, Türkiye’deki üniversitelerde yakın dönem tarihi ile ilgili bilimsel araştırmalar yapmanın bazı başka sakıncaları da bulunmaktadır. Bunlardan en önemlisi de yakın dönem tarihi ile ilgili araştırmaların her zaman siyasi bir malzeme olarak kullanılması olasılığıdır. Yakın dönem tarihi araştırmaları iç siyaset malzemesi yapılacağından bu konularda yapılacak çalışmalar her zaman belli bir risk taşımaktadır.[2]
Yakın dönem tarihçisi için önemli bir sorun da; eğer tarihçi kendi şahit olduğu olayları yazıyorsa kaçınılmaz olarak kendisinin de olayların içinde yaşıyor olmasıdır. Bunun aksine geçmiş dönem tarihçisi bütünüyle başkasının şahitliğine tabidir. Dolayısıyla bunlar hakkında kendi eleştirel bakış açısını getirebilir.
Bu durum yakın dönem tarihçisi açısından büyük bir dezavantaj olarak görülebilir. Çünkü tarihçinin kendi hatıralarının bağımsız bir değerlendirmesini yapması oldukça zordur. Ancak bu durum, diğer bir yönüyle bir avantaj olarak ta değerlendirilebilir. Çünkü tarihçi olayların içinde yaşadığından, halkın genel tutum ve düşüncelerini daha doğru bir şekilde yansıtabilir. Bu açıdan bakıldığında yakın dönem tarihçisinin, olaylardan tecrit olamama konusu kendi başına objektifliğe engel değildir. Objektifliğe engel olan temel husus, bu kişilerde bulunması muhtemel olan önyargılardır.
Diğer önemli bir husus ta, tarihçilerin genel olarak, en azından arşivlerin açılma süresi olan 30 yıl geçmeden tarih yazılamayacağına inanmalarıdır. Tarihçiler genel olarak, arşiv belgeleri olmadan yazılacak tarihin, henüz oluşum halinde olması sebebiyle, olayların kısa ve orta vadedeki sonuçlarını ortaya çıkarmayacağını ve bu şekilde yazılacak tarihin geçici olacağını düşünmektedirler.
Fakat tüm bu zorluklara rağmen, popüler düzeyde tarih okuyucuları yakın dönem tarihine daha fazla ilgi duyduğundan bu durum; gerek tarihçi, gerekse tarihçi olmayıp ta tarihi konularda araştırmalar yapan yazarlar tarafından yakın tarih araştırmalarına ve yazımına olan ilgiyi gün geçtikçe artırmaktadır.
Bu araştırmada, bu durumun, üniversitelerde yapılan bilimsel araştırmalara nasıl yansıdığı ortaya çıkarılmaya çalışılacaktır. Araştırmada, Türkiye’de yakın dönem tarihi için belirli bir tarih tespit etmek gibi bir maksat güdülmemektedir. Bununla birlikte, hem Türkiye’nin içyapısında köklü bazı değişimlerin başlangıcı ve hem de dünyada küreselleşme, bilgisayar teknolojisi, internet ve iletişimin gelişmesinin altyapısının başlangıcı olarak kabul edilebilecek olan 1960 yılı araştırmada başlangıç yılı olarak alınmıştır.
Bu araştırmada; Türkiye’de, üniversitelerin yaptığı bilimsel araştırmalarda, yakın dönem tarihi konularında araştırma yapılıp yapılmadığı, yapıyorlarsa bu araştırmaların hangi dönemlerde yoğunlaştığı, hangi üniversitelerin bu konuya daha fazla ağırlık verdikleri, tarih bölümlerinin, olayların geçmesinden ne kadar zaman sonra olaylar hakkında araştırma yaptıkları gibi hususlar incelenerek bu konularla ilgili sonuçlara gidilmeye çalışılacaktır.
Araştırmada, bilimsel özelliği daha fazla olduğu ve daha detaylı incelemeler ihtiva ettiği için, Türkiye üniversitelerinde yapılan doktora tezleri esas alınacaktır. Araştırma yapılırken; 2000 yılından 2014 yılına kadar yapılan doktora tezleri dikkate alınarak, bu tezler 1960 yılından önceki dönemi kapsayan konular, 1960-2000 yılları arasındaki dönemi kapsayan konular ve 2000-2014 yılları arasındaki dönemi kapsayan konular olarak üçe ayrılacaktır. Araştırmada, YÖK Ulusal Tez Merkezi verileri esas alınacaktır.[3]

1. İncelemede Temel Alınan Hususlar.
Araştırmaya YÖK Ulusal Tez Merkezi ana sayfasında, ‘’gelişmiş tarama’’ seçeneğine girilerek’aranacak kelime(ler)’’ bölümüne sırasıyla; TARİH veya İNKILAP TARİHİ veya CUMHURİYET TARİHİ, ‘’aranacak alan’’ bölümüne sırasıyla; konu, konu, konu, ‘’arama tipi’’ bölümüne sırasıyla; içinde geçsin, içinde geçsin, içinde geçsin, ‘’yıl’’ bölümüne; 2000<=yıl<=2014, ‘’tez türü’’ bölümüne; ‘’doktora’’ yazılmış, izin durumu, üniversite ve dil bölümlerine herhangi bir şey yazılmadan alttaki ‘’bul’’ seçeneğine basılmıştır.[4]
İşlem 4.11.2014 tarihinde yapılmış ve içinde belirttiğimiz kelimeler geçen 1658 doktora tezinin sisteme kayıtlı olduğu tespit edilmiştir. Daha sonra bu tezler tek tek incelenerek; 1960 yılı öncesindeki olayları kapsayan, 1960-2000 yılları arasındaki olayları kapsayan ve 2000-2014 yılları arasındaki olayları kapsayan konular olarak ayırılmıştır.[5]
Ayırma işleminde, tezlerin incelediği konuların başlangıç tarihi değil bitiş tarihi esas alınmıştır. Daha önceki bir tarihte başlayıp 1960 yılında sona eren konular 1960 yılı öncesi dönemine ve daha önceki bir tarihte başlayıp 2000 yılında biten konular 1960-2000 dönemine dâhil edilmiştir. Araştırma dönemi, belirtilen yılların (1960-2000 ve 2000-2014 yılları) başlangıcından bir yıl sonra bile sona ermiş ise, eğer o yılın olayları da inceleniyorsa, bu tezlerin bir üst döneme ait olduğu kabul edilmiştir. Örneğin 1920’lerde başlayıp 1961 yılındaki olayları da inceleyen tezler 1960-2000 dönemi grubuna dâhil edilmiştir.
Fakat biyografi incelemeleri ve bazı kişilerin belirli konulardaki faaliyetlerinin veya düşüncelerinin incelendiği konularda, incelenen kişinin söz konusu faaliyetleri esas olarak önceki dönemde gerçekleşmişse, bu kişilerin ölüm tarihleri, belirtilen tarihleri geçmiş olsa bile bir önceki döneme dâhil edilmiştir. Örneğin; ‘’Fatin Rüştü Zorlu’nun Hayatı ve Siyasi Faaliyetleri’’ konulu bir tez, bu kişi 1961 yılında ölmüş olmasına rağmen incelenen konu esas olarak 1960 yılı öncesinde meydana geldiğinden, 1960 öncesi döneme dâhil edilmiştir.

2. Verilerin İncelenmesi.
Tespit edilen 1658 tez teker teker incelendiğinde bu tezlerin; 1454 tanesinin 1960 yılı öncesi dönemi, 92 tanesinin 1960-2000 yılları arasındaki dönemi, 112 tanesinin de 2000-2014 tarihleri arasındaki dönemi incelediği belirlenmiştir.
İnceleme konumuzu ilgilendiren 1960-2014 arasındaki dönemi kapsayan konularda tez miktarlarının üniversitelere göre dağılımı, 1960-2000, 2000-2014 ve toplam olarak aşağıdaki Tablo 1 ve Grafik 1’de sunulmuştur.

Üniversitelere göre hazırlanan tez miktarı
Sıra No.
Üniversite
1960-2000
2000-2014
Toplam
1
Ankara Üniversitesi
18
18
36
2
Gazi Üniversitesi
7
28
35
3
Marmara Üniversitesi
11
15
26
4
Dokuz Eylül Üniversitesi
10
8
18
5
Hacettepe Üniversitesi
10
7
17
6
İstanbul Üniversitesi
8
9
17
7
Boğaziçi Üniversitesi
6
5
11
8
Fırat Üniversitesi
5
1
6
9
Atatürk Üniversitesi
3
2
5
10
Erciyes Üniversitesi
3
1
4
11
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi
0
4
4
12
Ege Üniversitesi
3
0
3
13
İstanbul Teknik Üniversitesi
0
3
3
14
Selçuk Üniversitesi
0
3
3
15
Orta Doğu Teknik Üniversitesi
1
1
2
16
Süleyman Demirel Üniversitesi
1
1
2
17
Yıldız Teknik Üniversitesi
1
1
2
18
Bilkent Üniversitesi
2
0
2
19
Uludağ Üniversitesi
1
1
2
20
Cumhuriyet Üniversitesi
1
0
1
21
İnönü Üniversitesi
1
0
1
22
Harp Akademileri Komutanlığı
0
1
1
23
Sakarya Üniversitesi
0
1
1
24
Anadolu Üniversitesi
0
1
1
25
İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü
0
1
1
TOPLAM

92
112
204
Tablo 1:Üniversitelere göre belirlenen dönemlerde hazırlanan doktora tezi miktarı.

 Tablo 1'e bakıldığında, incelediğimiz dönemleri (1960-2000 ve 2000-2014 dönemleri toplamı) kapsayan en fazla doktora tezinin sırasıyla; Ankara Üniversitesi, Gazi Üniversitesi ve Marmara Üniversitesi tarafından hazırlandığı görülmektedir.
İlk dönemle ilgili olarak yapılan 92 doktora tezine karşılık ikinci dönemde 112 tez yapılmış yani tezlerin yapılma tarihlerine yaklaştıkça tez miktarında bir artış ortaya çıkmıştır.
Toplam 1658 tez arasında 1960-2014 yılları arasını kapsayan dönem içinde yapılan tez miktarının toplamı ise 204 adettir. Bu da toplam tez miktarının yaklaşık %12,3’tür.
İncelenen dönemlere göre hazırlanan tez miktarları Tablo 2'de sunulmuştur.

İncelenen Dönemler İçinde Yıllara Göre Hazırlanan Tez Miktarları
Hzr. Yılı
…-1960
1960-2000
2000-2014
1960-2014 Toplam
Genel Toplam
2000
41
4
1
5
46
2001
54
1
0
1
55
2002
87
6
2
8
95
2003
88
3
3
6
94
2004
78
4
2
6
84
2005
70
5
4
9
79
2006
78
9
9
18
96
2007
113
8
19
27
140
2008
87
7
12
19
106
2009
102
3
9
12
114
2010
144
5
12
17
161
2011
148
11
13
24
172
2012
154
12
9
21
175
2013
159
8
14
22
181
2014
51
6
3
9
60
Toplam
1454
92
112
204
1658

Tablo 2:İncelenen dönemlerle ilgili yıllara göre hazırlanan tez miktarı.


Yıllara göre hazırlanan tez miktarı tablosu ve grafiği incelendiğinde; 2000 yılından 2014 yılına gelindikçe hazırlanan toplam tez miktarına paralel olarak 1960-2014 yılları arasındaki dönemi inceleyen tez miktarında da bir artış olduğu görülmektedir.
2000 yılında hazırlanan toplam tez miktarı 46 iken 2013 yılında hazırlanan toplam tez miktarı 181 olmuş, buna karşılık 1960-2013 yılları arasındaki dönemi inceleyen konulara ait yıllık tez miktarı 2000 yılında 5 iken 2013 yılında 22’ye yükselmiştir. Yani, 2013 yılında yapılan toplam tez miktarı (181 tez), 2000 yılında yapılan toplam tez miktarına (46 tez) göre 3,9 kat artmış, öte yandan 1960-2013 yılları arasındaki döneme ait konuları inceleyen tezlerde 2000 yılında hazırlanan 5 tez, 4,4 kat artarak 2013 yılında 22 teze ulaşmıştır.
Burada yapılan karşılaştırmalarda, 2014 yılı henüz sona ermediğinden, üniversitelerde hazırlanan tüm tezlerin henüz hazırlanmadığı ve hazırlananların bir kısmının da YÖK Tez Tarama Sistemine kaydedilmediği düşünülerek, karşılaştırmaya esas olarak 2013 yılı verileri alınmıştır.
Aşağıdaki Tablo 3’te hazırlanan tezlerin bilimsel dallara göre dağılımı sunulmuştur.

Hazırlanan Tezlerin Bilimsel Dallara Göre Dağılımı
Sıra No.
Fakülte/Bölüm
1960-2000
2000-2014
Toplam
1
Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi
38
23
61
2
Tarih
22
14
36
3
Cumhuriyet Tarihi
16
13
29
4
Eğitim-Öğretim
0
25
25
5
Sosyoloji-Sosyal Bilimler
8
4
12
6
Siyasi Tarih ve Uluslararası İlişkiler
1
8
9
7
İslam Tarihi
2
5
7
8
Mimarlık, Müzik, İletişim, Sinema
0
7
7
9
İktisat
2
2
4
10
Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi
1
3
4
11
Bilim Tarihi, Tıp, Endüstri
0
4
4
12
Coğrafya, Şehir Planlama
0
3
3
13
Türk Dili ve Edebiyatı
1
0
1
14
Yönetim Bilimleri
1
0
1
15
Strateji
0
1
1

Toplam

92
112
204
Tablo3: Hazırlanan tezlerin bilimsel dallara göre dağılımı


Tezlerin bilimsel dallara göre dağılımı tablosuna bakıldığında; 1960-2014 tarihleri arasındaki dönemle ilgili olarak yapılan tezlerden (204 tezden) en fazla hazırlayan ilk üç bölüm sırasıyla; Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi, Tarih ve Cumhuriyet Tarihi bölümleri olduğu görülmektedir.
 Bu üç bölümün hazırladığı toplam tez miktarı, 1960-2014 tarihleri arasındaki dönemle ilgili olarak yapılan toplam tez miktarının yaklaşık %61,8’ini (204 tezin 126’sını) oluşturmaktadır.  Bu konular ayrı ayrı hesaplandığında, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi bölümü; dönem içindeki toplam tez miktarının yaklaşık %29,9’unu (204 tezin 61’ini), Tarih bölümü; yaklaşık %17,7’ini (204 tezin 36’sını) ve Cumhuriyet Tarihi bölümü de; yaklaşık %14,2’sini (204 tezin 29’unu) oluşturmaktadır.
Toplamda ilk üç sırayı alan Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi, Tarih ve Cumhuriyet Tarihi bölümlerince hazırlanan tez miktarlarında, ikinci dönemde (2000-2014 dönemi) birinci döneme (1960-2000 dönemi) göre bir azalma meydana gelmektedir. Bu üç bölümün 1960-2000 döneminde toplam 76 tezi bulunurken bu miktar 2000-2014 döneminde 50’ye düşmüştür.
Dikkat çeken diğer bir husus ta; 2000-2014 döneminde hazırlanan 25 tez ile Eğitim ve Öğretim bölümünün bu dönemde ilk sıraya yükselmesi ve genel tez miktarında da dördüncü sırayı almasıdır. Ancak bu tezler; tarih öğretmenliği ve sosyal bilgiler öğretmenliği gibi bölümlerce hazırlandığından tez konuları okullarda tarih ve sosyal bilgiler konularının öğretimi ile ilgili ilgilidir. Bu sebeple bu tezler doğrudan doğruya tarihi inceleme konusuna girmemektedir.
Tarih bölümlerinde, tez hazırlama tarihleri ile bu tezlerde incelenen dönemlerin arasındaki zaman aralıkları Tablo 4’te sunulmuştur.

Sıra No.
Tarih Bölümlerinde (AİT, T.C Tarihi ve Tarih Bölümleri) Tez Hazırlama Tarihleri İle Bu Tezlerde İncelenen Dönemlerin Arasındaki Zaman Aralıkları

Hazırlanan Tez Sayısı

1960-2000
2000-2014
1960-2014 (Toplam)
1
1 yıldan az.
1
3
4
2
1 yıl.
0
16
16
3
2 yıl.
1
8
9
4
3 yıl.
0
6
6
5
4 yıl.
2
6
8
6
5 yıl.
2
0
2
7
6 yıl.
0
1
1
8
7 yıl.
0
1
1
9
8 yıl.
0
1
1
10
9 yıl.
0
1
1
11
10 yıl.
1
0
1
12
11 yıl.
1
1
2
13
12 yıl.
1
0
1
14
13 yıl.
2
0
2
15
14 yıl.
1
0
1
16
15 yıl.
1
0
1
17
16 yıl.
1
0
1
18
17 yıl.
1
0
1
19
20 yıl.
1
0
1
20
21 yıl.
1
0
1
21
22 yıl.
1
0
1
22
23 yıl.
2
0
2
23
24 yıl.
1
0
1
24
27 yıl.
5
0
5
25
28 yıl.
4
0
4
26
29 yıl.
4
0
4
27
30 yıl.
2
0
2
28
31 yıl.
4
0
4
29
32 yıl.
5
0
5
30
33 yıl.
4
0
4
31
34 yıl.
1
0
1
32
35 yıl.
2
0
2
33
37 yıl.
2
0
2
34
38 yıl.
3
0
3
35
39 yıl.
2
0
2
36
40 yıl.
2
0
2
37
41 yıl.
1
0
1
38
42 yıl.
4
0
4
39
43 yıl.
1
0
1
40
44 yıl.
1
0
1
41
45 yıl.
1
0
1
42
47 yıl.
1
0
1
43
49 yıl.
2
0
2
44
50 yıl.
1
0
1
45
53 yıl.
1
0
1
46
Tespit Edilemeyen
1
6
1
Toplam
-
76
50
126
Tablo 4: Hazırlanan tezlerin hazırlandığı yıllara göre yakınlığı.

 Tablo 4’te, ‘’tespit edilemeyen’’ olarak gösterilen tezler, YÖK Tez Arama sitesindeki tez özeti veya başlığından ilgili dönemlere ayrılabilmesine rağmen, tezin sona erdiği tarih tam olarak tespit edilemeyen tezlerdir. Bu tezlerin yayınlanma izni olmadığı için, tez metnine de ulaşılıp incelenememiş ve inceleme konusunun ne zamana kadar olan süreyi kapsadığı tam olarak belirlenememiştir.
Tablo 4’te, 1960-2000 yılları arasındaki döneme ait konuları inceleyen tezlerden sadece bir tanesinde, 2000-2014 yılları arasındaki döneme ait konuları inceleyen tezlerde ise üç tanesinde inceleme konusunun tez hazırlama tarihi ile aynı yıla kadar getirildiği görülmektedir. 2000-2014 yılları arasındaki yıllarla ilgili konularda hazırlanan tezlerde inceleme döneminin bir yıl öncesine kadar yaklaştığı tezlerin sayısı 16’dır. Bu sayının, 2000-2014 yılları arasındaki dönemle ilgili 50 tezin yaklaşık % 32’si ile çok yüksek bir seviyede olduğu görülmektedir.
Grafik 4’te, Tablo 4’teki konular beşer yıllık dönemler halinde gösterilmiştir. Bu grafikte, 1960-2000 yılları arasındaki konularda, 0-5 yıl öncesine kadar olan konuları inceleyen sadece altı tez varken bu sayının 2000-2014 yılları arasındaki konularda 39’a yükseldiği görülmektedir. Yani; 1960-2000 yılları için 0-5 yıl öncesine kadar olan konuları inceleyen tezler, toplam 76 tezin sadece % 7,9’u iken, 2000-2014 yılları arası için toplam 50 tezin % 78’ine tekabül etmektedir.
Grafik 4’te dikkat çeken bir husus ta, 0-5 yıl arasındaki dönemdeki yüksek orandan sonra, 21-25 yıl arasındaki dönemde yeniden önemli oranda bir artış olmasıdır. Bu oranlar, az bir düşüşle birlikte, 26-30 ve 31-35 yılları arsında da devam etmektedir. Tezler konularına göre incelendiğinde 21 yıldan 35 yıla kadar eskide kalan konularda hazırlanan tezlerin çoğunun 1960-1980 yılları arası ile ilgili olduğu tespit edilmiştir.
Bu dönem, gerek dünyada; bağımsızlık hareketleri, Arap-İsrail Savaşları, Filistin meselesi ve gerekse Türkiye’de; Ermeni ve PKK terörü, sağ ve sol siyasal hareketler, Kıbrıs Harekâtı, askeri darbeler, muhtıralar vb. çok çalkantılı ve iz bırakan olaylarla dolu bir dönemdir. İnceleme konuları da çoğunlukla bu konularla ilgilidir. Örneğin, tez metinleri incelendiğinde, 1960-2000 yılları arasındaki olaylarla hazırlanan tezlerden 10 tanesinin Ortadoğu olayları (daha çok İsrail ve Filistin meselesi) ile 10 tanesinin iç politika, siyasi hareketler ve siyasi partilerle; dokuz tanesinin askeri darbe, sıkıyönetim ve muhtıralarla; sekiz tanesinin de Kıbrıs ile ilgili olduğu tespit edilmiştir. Yani 76 tezden 37 tanesi sadece bu üç konu ile ilgilidir.

Sonuç.
Yukarıda yaptığımız tespitler çerçevesinde yakın döneme ait hazırlanan tezlerde en fazla tez miktarının Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi ile Cumhuriyet Tarihi gibi nispeten daha yakın dönemlerdeki tarihi olayları inceleyen bölümlerce yapıldığı tespit edilmiştir.
Tezleri üniversitelere göre kıyasladığımızda yakın dönemle ilgili daha fazla tez yapılan üniversitelerin başta Ankara ve İstanbul gibi büyük şehirlerde bulunan ve diğer üniversitelere göre daha eski kurumların olduğu görülmektedir.
Üniversiteler arasında Ankara Üniversitesinin yakın dönemle ilgili en fazla tez hazırlayan üniversite olmasının bünyesinde Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü ile Cumhuriyet Tarihi Bölümü’nün her ikisinin de bulunması ve bunların köklü eğitim kurumları olmasından kaynaklanmış olabileceği değerlendirilmektedir.
Yıllar geçtikçe üniversitelerde yapılan doktora tezlerinin toplam miktarı artarken yakın dönemle ilgili artış, bu artış oranından, biraz daha fazladır. Fakat tarih bölümlerinde, 2000-2014 dönemiyle ilgili tezler, 1960-2000 dönemine göre azalmıştır. Ancak bu durum diğer bilimsel dallarda farklıdır. Diğer bilimsel dallarda 2000-2014 dönemine ait tezlerde önemli bir artış meydana gelmiştir. Bu artış özellikle eğitim öğretimle ilgili tezlerde çok belirgindir.
2000-2014 dönemine ait tarih bölümleri tezlerinin miktarındaki azalmanın, bu tarih aralığının günümüze çok yakın bir dönemi kapsamasından kaynaklanmış olabileceği, yani tarih olarak bu güne yaklaştıkça tarih bölümlerinde tez yapma konusunda ilginin azaldığı değerlendirilebilir. Fakat Tablo 4’e bakıldığında bunun doğru bir değerlendirme olmadığı görülmektedir. Çünkü bu tabloda, tezlerin hazırlama tarihlerine göre, incelenen konuların ait olduğu dönemlere bakıldığında, 0-5 yıllık bir süre öncesine kadar gelen konularda yapılan incelemelerin oldukça yüksek bir oranda olduğu görülmektedir. Yani tezlerde, tez hazırlama tarihine çok yakın bir döneme kadar geçen zamanda incelenen konulara önemli derecede ilgi olduğu görülmektedir.
Grafik 4’teki 21 yıl ve daha uzun süre öncesine ait konuları inceleyen tezlerdeki artışın bu döneme tekabül eden 1960-1980 yılları arasındaki önemli iç ve dış olayların çokluğundan kaynaklandığı değerlendirilmektedir. Bu durumdan, bu olayların günümüzde de hala güncelliğini kaybetmediği ve toplumda önemli etkiler yaratmış olduğu sonucu çıkarılabilir.
Sonuç olarak; tüm veriler incelendiğinde doktora tezlerinde yakın döneme dair ilginin oldukça fazla olduğu ve giderek arttığı değerlendirilmektedir.

Not: Bu yazıyı beğendiyseniz alttaki butondan facebook, twitter, pinterest ve G+ tuşlarına basarak arkadaşlarınızla paylaşırsanız sevinirim. Teşekkürler.

KAYNAKÇA

I- KİTAPLAR:
ACUN, Fatma, ‘’Yakın Dönem Tarihi Metodolojisi’’, Hacettepe Üniversitesi Yayınları, Ankara, 2008.
KORKMAZ, Cemil Hakan, ‘’Kurtuluş Savaşı’nın İkinci Cephesi, İç İsyanlar’’, Altın Kitaplar Yayınevi, İstanbul, 2008.

ELEKTRONİK YAYINLAR:
https://tez.yok.gov.tr/UlusalTezMerkezi/
https://tez.yok.gov.tr/UlusalTezMerkezi/tarama.jsp#tabs-2

Not: Bu yazıyı beğendiyseniz alttaki butondan facebook, twitter, pinterest ve G+ tuşlarına basarak arkadaşlarınızla paylaşırsanız sevinirim. Teşekkürler.




[1] Fatma Acun, ‘’Yakın Dönem Tarihi Metodolojisi’’, Hacettepe Üniversitesi Yayınları, Ankara, 2008, s.12.
[2] Cemil Hakan Korkmaz, ‘’Kurtuluş Savaşı’nın İkinci Cephesi, İç İsyanlar’’, Altın Kitaplar Yayınevi, İstanbul, 2008, s.7.
[3] https://tez.yok.gov.tr/UlusalTezMerkezi/
[4] https://tez.yok.gov.tr/UlusalTezMerkezi/tarama.jsp#tabs-2
[5] Zamanla yeni tezler eklendiğinden daha sonraki tarihlerde yapılacak taramada farklı rakamlar çıkabilir.