.quickedit {display:none;} .quickedit {display:none;}

25 Ekim 2017 Çarşamba

Çöl Fırtınası Harekatı:5


Körfez Harekatından alınan dersler.

1.1982 yılında ortaya atılan kara-hava muharebeleri konsepti ilk defa burada uygulanmıştır. Kara harekatı ile birlikte amfibi harekat ta yapıldığından bu doktrin denizlerde de uygulanmıştır.
 2. Yüksel teknoloji ürünü silahların, stratejik amaçlarla, önemli hedeflere karşı kullanılmasını öngören Ayrımcı Caydırıcılık konsepti operatif sanata yeni bir boyut kazandırmıştır.
 3. Teknolojik üstünlüğün sayıca üstünlüğe galip geldiği bir defa daha görülmüştür.
 4. Uzayda konuşlu füze ikaz sistemlerinin görevlerini başarıyla yerine getirdiği görülmüştür. Bu sayede Irak füzelerini ve muhtemel hedeflerini 3 dakika içinde belirlemek ve hedef alınan ülkeyi ikaz etmek mümkün olmuştur.
 5. Uzayda konuşlu sistemler istihbarat temininde başarıyla kullanılsalar bile taktik istihbarat için uçakların ve insansız hava araçlarının icra ettiği keşif harekatına hala ihtiyaç olduğu anlaşılmıştır.
 6.Emir komuta sisteminin aksaksız olarak yürütülmesi için mümkün olduğu kadar basit olması gerektiği anlaşılmıştır.
 7. Kara muharebesi 100 saatten kısa bir sürede sona ermiş ve hızın ve manevranın muharebedeki önemi bir defa daha görülmüştür. Bu muharebelerde taarruz savunmaya, hız ve hareket sabit konumdaki ise zırh ve tahkimata üstün gelmiştir.
8. Kimyasal tehdide karşı savunmanın önemi anlaşılmıştır. Özellikle muharebe alanında kullanılan zırhlı araçların kimyasal tehdide karşı korunaklı olması ve personel için uygun kimyasal koruma teçhizatı bulunmasının önemi anlaşılmıştır. Çünkü kimyasal mühimmatın kullanıldığı ortamlarda da ateş ve manevra yapılmak zorunda kalınabileceği görülmüştür.
 9.Muharebelerin sadece gündüz değil gece de icra edilmeye devam edilmeye başlanması sebebiyle gece görüş cihazları ve termal kamera gibi cihazların önemi artmıştır.
 10. Silah ve silah sistemlerinin menzil, çap ve etki sahası açısından birbirleriyle koordine edilerek birbirlerinin eksiklerini tamamlayacak şekilde kullanılmasının büyük bir sinerji yarattığı ortaya çıkmıştır.
 11. Psikolojik harekattan azami şekilde faydalanılmıştır. Bu husus bir savaşın tarihte ilk defa naklen televizyon ekranlarından tüm dünyada seyredilmesi sebebiyle özellikle büyük etki yaratmıştır.
 12. Yüksek teknolojili sistemlerle elektronik olarak hava harp silah ve teçhizatına karşı uygulandığı hava harekatlarında, paket taarruzlarla yoğunluk istenilen hedeflere teksif edilerek zayiat verilmeden düşman üzerine çok şiddetli darbeler indirilebileceği görülmüştür.
 13. Lojistik sistemde de büyük yenilikler ortaya çıkmıştır.İkmal Bakım Bölgeleri (İBB) ve İkmal Noktaları Serisi (İNS) gibi klasik ikmal yerleri uygulaması yerine ikmal faaliyetleri ileri lojistik üsler tesis edilerek sağlanmıştır.

Not: Bu yazıyı beğendiyseniz alttaki butondan facebook, twitter, pinterest ve G+ tuşlarına basarak arkadaşlarınızla paylaşırsanız sevinirim. Teşekkürler.

Çöl Fırtınası Harekatı:4



Irak ordusunun yenilmesinin muhtemel sebepleri.
 -Katı ve merkezi emir komuta sistemi ve bundan kaynaklanan Irak'lı birlik komutanlarının inisiyatif kullanma isteksizliği.
 -Çöl koşullarında örtü ve korumadan mahrum bir şekilde hava saldırılarına hassas kara birlikleri ve lojistik sistemler.
 -Savunmaya dayanan muharebe anlayışı ve derin harekat icra etmek için sınırlı kabiliyet.
 -Uzun ikmal ve ulaştırma yollar.
 -Sevk ve idaresi zor bir lojistik sistem.
 -Yetersiz eğitim seviyesindeki birlikler.
 -Koalisyon kuvvetlerini gücünü göz ardı etmek.
 -ABD'lilerin üstün teknolojisi karşısında Irak ordusunun düşük teknolojisi.
 -Iraklı liderlerin ve generallerin koalisyon kuvvetlerinin gücünü göz ardı etmesi.
 -Sınırlı hava harekatı yeteneği.
 -Etkisiz bir dış istihbarat.

Not: Bu yazıyı beğendiyseniz alttaki butondan facebook, twitter, pinterest ve G+ tuşlarına basarak arkadaşlarınızla paylaşırsanız sevinirim. Teşekkürler.

Çöl Fırtınası Harekatı: 3. Bölüm.


Harekatın İcrası.

Saddam Hüseyin'in 1990 yılında Kuveyt'i işgal etmesi üzerine Suudi Arabistan'ın çağrısıyla oluşturulan koalisyon kuvvetleri bölgeye yakın yerlere yığınaklanırken, CENTCOM tarafından dört safhalı bir askeri harekat planı hazırlandı. Bu harekatın ilk üç safhası hava harekatlarından oluşuyordu.

1. Safha olan stratejik hava harekatı safhası; 17-23 Ocak 1991 tarihleri arasında icra edildi. Bu harekat ile; Irak hava savunma sistemleri scud füzeleri ve komuta kontrol sistemlerine taarruz edilerek Irak ordusunun sevk ve idare sistemi işlemez hale getirildi. Hava hakimiyeti tam olarak sağlandı ve Irak uçaklarının %35'i havadayken, bir kısmı da yerdeyken vurularak imha edildi.

2. Safha olan Kuveyt harekat alanında bulunan Irak kuvvetlerine yönelik hava harekatı safhası 24 Ocak günü gerçekleştirildi ve Kuveyt'teki mobil hava savunma sistemlerinin etkisiz hale getirilmesine çalışıldı.

 3. Safha olan Kuveyt harekat alanını tecrit etmeye ve Irak cumhuriyet muhafızlarının muharebe etkinliğinin yok edilmesine yönelik hava harekatı safhası; 25 Ocak-23 Şubat tarihleri arasında gerçekleştirildi. Böylece Kuveyt'teki Irak kuvvetlerinin iyice yıpratılmasına çalışıldı.

 4. Safha olan kara harekat safhası; 24-28 Şubat tarihleri arasında gerçekleştirildi. Bu harekat sırasında tarafların kuvvet yapısı şöyleydi: Irak kara kuvvetleri; 7 kolordu, 8 cumhuriyet muhafızları (zırhlı) tümeni, 5 mekanize tümen, 50 piyade tümeni, 2 başkanlık muhafız tugayı ve 3 özel kuvvet tugayından oluşuyordu. Irak'ın elinde ayrıca; modernize edilerek menzili 550 kilometreye çıkarılmış olan 400 kadar El-Hüseyin (scud ss-1) füzesi bulunuyordu.

 Bu kuvvetleri şu şekilde tertiplenmişti: Irak kara birlikleri, kuvvet çoğunluğu ile Irak-Kuveyt sınırına tertiplenmişti. Bu birlikler; Irak-Kuveyt sınırı boyunca iki savunma kuşağı şeklinde tertiplendi. Cumhuriyet muhafızları ise harekat alanı ihtiyatı olarak bu savunma kuşaklarının gerisinde konuşlandı. Bir kısım birlikler de Kuveyt'i savunmak için Kuveyt'te mevzilendirildi.

Irak genelkurmayı; arazi şartlarını, tarihi tecrübeleri ve yol şebekesinin kısıtlı olmasını dikkate alarak koalisyon kuvvetlerinin taarruz ederken çölün iç kesimlerini kullanmayacaklarını düşündüğünden Kuveyt şehri-Basra istikametinde yapılacak bir taarruza göre birliklerini tertiplemişti.

Bu tertiplenme tam da geri kafalı ilkel bir diktatörün yönettiği bir orduya yakışır bir tertiplenmeydi. Iraklılar Kuveyt'i terk etmeyerek kabadayı olduklarını göstermişler ama koalisyon güçlerine karşı Kuveyt'i uygun bir şekilde savunmayı akıl edememişler ve esas olarak Irak'ı savunmayı düşünmüşlerdi. Akıllarınca koalisyon güçleri çok istedikleri Kuveyt'e saldırıp orayı alsalar da Irak'a girmeyeceklerdi. Eğer girmeye niyet ederlerse de sınırda onları karşılayıp durduracaklardı.

Fakat bu hatalı düşünceye göre yapılan bu yanlış plan sebebiyle 18. ABD hava indirme kolordusu ve 7. ABD kolordusu cephesinde savunma için sadece 5 Irak tümeni yerleştirmişlerdi. Çünkü koalisyon kuvvetleri Kuveyt'e tali bir taarruz yaparken asıl taarruzu savunma hatlarında tertiplenen Irak ordusunun asıl kısmının yan ve gerilerine saldırmayı planlamıştı. Bu hatalı değerlendirme ise Iraklıların kısa süre içinde hezimete uğramasına sebep oldu.

Koalisyon kuvvetleri Iraklıların tahminlerinin aksine taarruz için şu şekilde tertiplenmişti: Koalisyon birlikleri; Batıdan doğuya 18. ABD hava indirme kolordusu, 7. ABD kolordusu, 4. birleşik Arap kolordusu ve 3. ABD deniz piyade kolordusu taarruz kademesinde ve 1. ABD keşif tümeni ihtiyatta olacak şekilde taarruz için tertiplendi.

Bu birliklerin görevleri ise şu şekilde belirlenmişti:

18. hava indirme kolordusu; Rafha'dan As salman'a kadar uzanan bir hat boyunca Fırat vadisindeki An nasıriyah bölgesine taarruz edecek, As salman bölgesini ele geçirecek ve bu bölgede bir ileri üs tesis etmeyi müteakip uçar birlik harekatı icra ederek Irak ordusunun ana çekilme yolu olan 8 numaralı otoyolu kesecekti. Müteakiben güneyinde taarruz eden 7. kolordu ile birleşerek bu kuvvetin kuzey ve batı yan emniyetini sağlayacak ve cumhuriyet muhafızlarına saldıracaktı.

7. kolordu; emirle, Irak savunma cephesini Al batın vadisi istikametinde yaracak ve ikinci kademe kuvvetlerini imha ettikten sonra cumhuriyet muhafızlarına karşı kütle halinde bir zırhlı birlik taarruzu yapacaktı.

 Doğuda taarruz edecek olan 4. birleşik Arap kolordusu ve 3. deniz piyade kolordusu; birbirleriyle koordineli olarak Kuveyt'i işgal etmiş olan Irak birliklerine taarruz edecek , Kuveyt'i işgalden kurtaracak ve düşmanı asıl taarruzun yeri hakkında yanıltacaktı.

Bu maksatla deniz piyade kolordusundan bir tugayı Basra Körfezi'ndeki Faylaka adasına amfibi harekat icra edecekti.

 Bunun sonucunda koalisyon güçlerinin taarruzları kısa süre içinde büyük bir başarı kazandı ve neredeyse tüm Irak ordusu imha edilerek etkisiz hale getirildi.

Not: Bu yazıyı beğendiyseniz alttaki butondan facebook, twitter, pinterest ve G+ tuşlarına basarak arkadaşlarınızla paylaşırsanız sevinirim. Teşekkürler.

Çöl Fırtınası Harekatı: 2. Bölüm.


İttifakın oluşumu ve planlama faaliyetleri. 1990 yılında, Arap dünyasının lideri olmak isteyen Saddam Hüseyin bir gece ansızın Kuveyt'i işgal ettiğinde, şu anda çoğu insanın tahmin edeceğinin aksine, Irak'ın bir askeri operasyonla ve zorla Kuveyt'ten çıkarılması için yapılan çağrı ABD'den değil Suudi Arabistan'dan geldi. Çünkü Suudi Arabistan da Irak gibi Arap Dünyasının liderliğine oynayan ve Araplar arasında ağırlığı olan bir devletti. Halbuki şimdi Irak, Kuveyt'i işgal ederek Suudilere meydan okuyordu. Bu işgal silah zoruyla kaldırılmazsa Irak muhtemelen diğer körfez ülkelerini de işgal edecek ve elde edeceği büyük petrol rezervleriyle kısa sürede daha da fazla silahlanarak Suudi Arabistan'ı da işgal edebilecekti. Bu ise Suudi Arabistan gibi Suudi hanedanının da sonu demekti. Bu sebeple hemen harekete geçen Suudi Arabistan'ın çağrısı üzerine 14'ü Müslüman toplam 33 ülkenin katılımıyla geniş bir koalisyon oluşturuldu. Bunun üzerine, büyük kısmı ABD'li general (meşhur çöl ayısı) Schwarzkoph'un emrine, bir kısmı ise harekat kontrolüne verilen koalisyon kuvvetlerinin yapacağı harekatın planlamasına başlandı. Planlama faaliyetleri, ABD'nin Dahran'daki üssüne konuşlanan Centkom karargahınca yürütüldü. Bu planlama faaliyetinde harekatın askeri amacı, stratejik makamlar tarafından; ''öncelik Kuveyt'teki işgal ordusu olmak üzere, Irak silahlı kuvvetlerinin yurt içi ile her türlü irtibatını en kısa sürede kesmek, Irak ordusunun savaşma azim ve iradesini kırmak ve muharebeye devam imkan ve kabiliyetini yok etmek suretiyle politik amacı gerçekleştirmek''olarak belirlendi. Politik amaç ise Irak'ı Kuveyt'ten çıkararak Kuveyt'in bağımsız bir devlet olarak varlığını korumak ve Saddam tarafından zorla bozulan Ortadoğu'daki dengelerin yeniden kurulmasını sağlamaktı.
 Yapılan çalışmalar sonucunda dört safhadan oluşan bir harekat planı hazırlandı:
 1. Safha; stratejik hava harekatı safhası.
 2. Safha; Kuveyt harekat alanında bulunan Irak kuvvetlerine yönelik hava harekatı safhası.
 3. Safha; Kuveyt harekat alanını tecrit etmeye ve Irak cumhuriyet muhafızlarının (Irak'ın doğrudan devlet başkanına bağlı olan en seçkin birlikleri) muharebe etkinliğinin yok edilmesine yönelik hava harekatı safhası.
 4. Safha; Kuveyt'te bulunan Irak kara birliklerine yönelik kara harekatı safhası.

 Bu planlamaya göre harekatın icrası ile ilgili olarak ta şu hususlar tespit edildi:
 -Hava taarruzları ile Irak birliklerinin muharebe gücünün en az yarıya indirilmesi ve özellikle bazı özel tugayların daha da yıpratılarak mevcudunun bir tabur seviyesine indirilmesi (Yani diyorlar ki, ben hava kuvvetleriyle Irak'ın kara birliklerini yok edeceğim, geriye kalan üç beş kişiyi de dostlar alışverişte görsün misali kara birliklerini göndererek avlayacağım).
 -Kara birliklerinin taarruzu sırasında sadece bazı kritik bölgelerdeki Irak kuvvetleri ile yakın temasa geçilmesi, diğer kuvvetlerin kuşatılarak teslim alınması.
 -Cumhuriyet muhafızlarının, taarruzun sıklet merkezi bölgesinde kullanılmasını önlemek için bu birlikleri yanlış yöne kanalize edilmesi için operatif aldatma yapılması.
 -Engellerden geçit açma gibi kritik faaliyetleri örtmek için birçok yerde taktik aldatmalar yapılması.

 Bu genel hususlar çerçevesinde kara harekatının (taarruzun) menevra planı ise şu şekilde belirlendi:
 Batıdan doğuya; 18. ABD hava indirme kolordusu, 7. ABD kolordusu, 4. birleşik Arap kolordusu ve 1. ABD keşif tümeni taarruz kademesinde, 1. ABD keşif tümeni ihtiyatta ve asıl taarruz 7. ABD kolordusu bölgesinde olmak üzere taarruz edilecektir.

Çöl Fırtınası Harekatı: 1. Bölüm.


Çöl Fırtınası Harekatının sebepleri ve genel olarak icrası. Sovyetler Birliği'nin Gorbaçov'un iktidara gelmesinin ardından Glasnost ve Prestorika gibi iki temel açılımla dağılma sürecine girmesi soğuk savaşın da artık sona ermek üzere olduğunu gösteriyordu. 2. Dünya Savaşı'ndan itibaren dünyaya hakim olan iki kutuplu (Bağlantısızlar ve diğer devletler gerçek anlamda bir kutup olmayı hiçbir zaman başaramadılar.) düzen, kendi içinde disiplinli ve sabit bir yapı ortaya çıkarmıştı. 

Ancak soğuk savaşın sona ermesiyle birlikte iki kutuptaki dominant devletlerin etkisi ile ortaya çıkmış olan stabil yapı yavaş yavaş ortadan kalkmaya başladı. Bunun ardından birçok bölgede yeni mücadeleler ve çatışmalar yaşanmaya başladı. 

Bu çatışmaların ilki Ortadoğu'da meydana geldi. Irak'ın başına bir darbe ile gelen ve uzun süredir Baas Rejimi denilen ve Arap milliyetçiliğine dayanan baskıcı bir yönetim ile Irak'ı demir yumruğuyla yöneten diktatör Saddam Hüseyin, ortaya çıkan yeni şartların kendisinin Arap liderliğini ele geçirmesi için uygun olduğunu düşünmeye başladı. 

Fakat liderlik için para veya Ortadoğu'daki en kolay para kazanma yolu olan petrol gerekiyordu. Gerçi Irak'ın oldukça önemli petrol rezervleri vardı ama Saddam, İran savaşında ülke ekonomisini mahvetmiş ve kurduğu büyük ordular ve bu ordulara aldığı silahlar sebebiyle kendi rezervleri Irak için yeterli gelmiyordu. 

Bu sebeple Saddam, uzun süredir sınır anlaşmazlıkları yaşadığı ve petrol kaynaklarını çalmakla itham ettiği Kuveyt'i işgal etmeye karar verdi. Kuveyt sadece petrol kaynağı aşısından değil, Okyanus'a çıkan bir kapı olması açısından da önemliydi ve bu haliyle Irak'ı Ortadoğu'da lider konumuna çıkaracak bir yapıdaydı. İşte bu sebeple Saddam Hüseyin, 1990 yılında Kuveyt'i işgal etti. 

Bu işgal bütün dünyada şiddetle kınandı, ancak sesi en fazla çıkan tabii ki Ortadoğu'yu tam bir sömürge haline getirebileceği uygun bir ortamın doğmak üzere olduğunu düşünen ABD idi. Bu konu doğal olarak BM gündemine de geldi ve 2 Ağustos 1990 günü BM, Irak'ın Kuveyt'i işgalini kınadı. 

Fakat Saddam, tıpkı tüm diğer diktatörler gibi, kendini dünya lideri, korkusuz, asla geri adım atmayan, dik duran ve eğilmeyen bir megaloman olduğundan yaklaşan tehlikeyi mantıklı bir şekilde değerlendirip politik manevralarla bu işin içinden çıkmaya çalışacağına 8 Ağustos günü Kuveyt'i ilhak ettiklerini ilan etti. Bunun üzerine ABD, aynı gün içinde bazı askeri birliklerini bölgeye göndermeye başladı. 

Saddam, buna rağmen tavrını değiştirmemekte inat etmeye devam etti. Ayrıca, bunu bir Müslüman-Hristiyan çatışması gibi göstermeye çalışarak cihat ilan etti. Ama bunu hiç kimse ciddiye almadı ve 10 Ağustos'ta toplanan Arap Birliği, işgal ve ilhakı kınadığı gibi körfeze askeri kuvvet gönderilmesi kararı aldı. 

Bunun ardında BM'de 26 Ağustos günü, Irak'a ambargo uygulanmasına karar verdi. Saddam bedava petrol verme vaadi ile ambargoyu delmeye çalıştı fakat başarılı olamadı. 

 29 Ağustos günü, artık okun yaydan çıkmak üzere olduğunun ilk ciddi işareti ortaya çıktı. BM, Irak'ın 15 Ocak 1991 tarihine kadar Kuveyt'i boşaltmaması durumunda, Irak'a karşı kuvvet kullanmaya izin veren 687 sayılı kararı aldı. 

Fakat Saddam hala işin ciddiyetini anlayamadı veya anladıysa da ilkel bir kabadayılık dürtüsüyle geri çekilmek yerine kendisini yok olmaya, ülkesini de paramparça olmaya götürecek yolda yürümeye devam etti. 

Bunun üzerine, 17 Ocak günü BM şemsiyesi altında ve ABD liderliğinde oluşturulan koalisyon, Irak'a karşı hava harekatına başladı. Bu olay, tarihte ilk defa bütün dünyanın bir ülkenin bombalanmasını naklen seyrettiği bir sürecin başlamasına sebep oldu. Irak, ülkesindeki yabancı gazete ve televizyonları toprakları dışına çıkarmadığı için televizyonlar tüm bombardımanı saniyesi saniyesine dünyaya yayınladı. 

Bu hava harekatı sonucunda Irak'ın geri kalmış Sovyet teknolojisiyle üretilmiş hava savunma sistemleri hiçbir işe yaramadan imha edildi. Çünkü ABD ordusu ve kısmen de diğer NATO üyesi Avrupa ülkeleri orduları, bilgisayarların ağırlıklı olarak kullanıldığı postmodern bir savaş icra ediyorlardı. Doğal olarak, hem silah teknolojisi, hem bilgi seviyesi ve hem de zihniyet açısından oldukça ilkel bir ordu olan Irak ordusu yapılan saldırılara cevap veremedi. 

 Bunun üzerine Saddam, uzun menzilli füzeleri kullanarak karşılık vermeyi denedi.  Bunu yaparken gözettiği diğer bir husus ta, en azından İran'ı, bazı küçük İslam ülkelerini ve terör örgütlerini yanına çekebilmek için füzeleri İsrail'deki hedeflere yolladı. İlk füzeler 18 Ocak günü Hayfa ve Tel Aviv'e atıldı. Saddam'ın amacı İsrail'i karşılık vermeye zorlamak ve karşılık verince de bunu bir dinler arası mücadeleye dönüştürerek propaganda yapmaktı. 

Fakat ABD buna izin vermedi. İsrail'e ve bölgedeki saldırıya uğrama ihtimali olan diğer ülkelere vatansever anlamına gelen Patriot Füzesavar sistemleri gönderdi. Bu sistemler, Irak füzelerini havada iken vurarak etkisiz hale getirmede oldukça başarılı olunca bundan sonra her füze tehdidinde tehdit altındaki ülkelerin hemen kiralamak veya satın almak için harekete geçtiği füzeler oldu. 

Bu sırada koalisyon kuvvetlerinin yığınaklanması tamamlandı ve BM, 19 Şubat 1991 günü, Kuveyt'in koşulsuz olarak boşaltılması için Saddam'a son olarak 23 Şubat'a kadar süre tanındı. Fakat Saddam yine geri adım atmadı. 

Bunun üzerine, 24 Şubat günü saat sabahın üçünde kara harekatı başladı. Saddam'ın büyük ve hantal Tümenleri, ABD'nin ve diğer koalisyon üyelerinin çevik zırhlı, mekanize ve hava indirme tümen ve tugayları karşısında bir varlık gösteremedi. 

Silahlı helikopterlerin zırhlı birliklerle koordineli olarak Irak tümenlerine karşı kullanılmasıyla Irak tankları hiçbir hareket gösteremeden imha edildi. 

27 Şubat günü koalisyon güçleri Kuveyt şehrine girdi ve Irak ateşkes istedi. 

3 Mart günü çatışmalar sona erdi ve taraflar ateşkes görüşmelerine başladılar.

Not: Bu yazıyı beğendiyseniz alttaki butondan facebook, twitter, pinterest ve G+ tuşlarına basarak arkadaşlarınızla paylaşırsanız sevinirim. Teşekkürler.

24 Ekim 2017 Salı

Emniyet ve güvenlik tedbirleri.


    Her türlü iş yerinde güvenlikle ilgili uyulması gereken bazı kurallar vardır. Hatta şirketler ve kurumlar bu konularla ilgili personeline zaman zaman eğitimler ve tatbikatlar düzenler. Ama çoğu insan evde de bu tür kuralların uygulanması gerektiğini düşünmez ve hukuki zorunluluklar dışında emniyet ve güvenlik kurallarına dikkat etmez.
    Ben yıllardır güvenlik sektöründe çalıştığım için sanırım artık bir kişilik özelliği haline geldiği için güvenlikle ilgili kurallara çok dikkat ederim. Örneğin apartman yöneticisi olduğumda yaptığım ilk şey, kapı zili yerine kat maliklerinin zili çalan kişiyi görebilecekleri görüntülü bir sistem taktırmak oldu. Ayrıca apartmana kamera sistemi taktırdım. Apartmandan son zamanlarda taşınanlar olduğundan, apartmanın altındaki garajın dış ve apartman içine açılan kapılarının kilitlerini değiştirip kat maliklerine birer adet dağıttım. Kazan dairesi (artık su deposu olarak kullanılıyor) kapısının kilidini değiştirip anahtarını apartman görevlisine verdim.
    Bunun dışında kendi dairemde de güvenlik konularına dikkat ederim. Sadece evden çıkarken değil, evdeyken de kapıyı mutlaka kilitlerim. Ayrıca kapı emniyet mandalını da takarım. Yani güvenlik konularına muhtemelen çoğu insandan daha fazla  dikkat ediyorum.
    Ama ne yalan söyleyeyim, emniyet konusunda bu kadar dikkatli değildim. Bunu da yakın zamanda yaşadığım bir olayla öğrendim. Bir gün yakın bir arkadaşım telefon edip beni, kahve içip sohbet etmek için evime yakın bir yere davet etti. O sırada evde kitap okuyordum. Hemen kitabı kapatıp giyindim ve evden çıktım. Asansörle aşağıya indim. Apartman kapısını açarken bir sigara çıkardım ve kapıdan çıkar çıkmaz sigarayı yaktım.
    İşte tam o anda ''Güüüm! Pat...'' diye ikili bir ses duydum. Apartmanın bahçesine yakın zaman önce çim ekmiştik. Alt komşum olan 60-65 yaşındaki.... Bey de, çiçeklere çok meraklı olduğundan bahçeye bir sürü gül dikti. Bu sesi, bir küreği elinizden biraz uzağa attığınızda önce demir aksamının sonra da tahta sapının yere çarpmasıyla çıkan o ikili sese benzettiğimden, alt komşumun yine çiçek ektiğini ve işi bitince küreği bahçenin dış tarafına attığını zannettim.
    Fakat bir adım atıp merdivenden indiğimde, sağ tarafta çimlerin üzerinde hareketsiz bir şekilde yatan alt komşumu gördüm. Yine aklıma kötü bir şey gelmedi. Çalışmaktan yoruldu ve hava da güzel olduğundan çimlerin üzerine uzandı diye düşündüm. Alt komşum yerinde duramayan ve hiperaktif çocuklar gibi sürekli bir şeylerle uğraşan biri.
    Spor yapmaz ama çok hareketli olduğundan vücudu yaşıtlarına göre oldukça sağlam ve pire gibi bir adam. Her zaman ''Ben yorgunluk nedir bilmem.'' diye övündüğünden onu yorgun bir şekilde yerde yatar halde görünce takılmak için seslendim.
    ''Merhaba... Bey. Çok yoruldun galiba. Bakıyorum da ölü gibi yatıyorsun.'' dedim.
    Hakikaten hiç hareketsiz ve adeta bir ölü gibi yerde yatıyordu. Ben onun, yorgun olmadığını göstermek için hemen yerden fırlayıp yanıma geleceğini beklerken o, elini kolunu oynatmaya ve mırıldanarak bir şeyler söyletmeye çalıştı.
    Ters giden bir şeyler olduğunu anladım ve hemen yanına gittim.
    ''Hayrola! Napıyorsun... Bey?'' dedim.
    Ama o hiç kıpırdamadan yerde yatıyor ve gözlerime sanki yardıma ihtiyacı varmış gibi acı içinde bakıyordu. Herhalde yoruldu ve başı dönünce yere yattı diye içimden geçirdim.
    O ise mırıldanarak cevap verdi.
    ''Düştüüm....''
    Ben durumun biraz ciddi olduğunu ve çalışırken bayılıp yere düştüğünü zannettim ve gayri ihtiyari olarak; ''Nereden düştün? Başın mı döndü?'' diye sordum.
    O gözleriyle apartmanı işaret ederek; ''Balkondan düştüm...'' diye cevap verdi.
    Bunun üzerine hemen harekete geçtim. Çünkü adam dördüncü katta oturuyordu ve kendi balkonundan düştüğüne göre durum çok vahimdi. Üstelik bu adam bir ay kadar önce belinden ameliyat olmuştu. Hemen eğilip nabzına baktım. Biraz yüksekti. Omuzumdaki küçük sırt çantasını çıkarıp katladım ve elimle boynunu dikkatli bir şekilde tutarak çantayı başının altına koydum. Sonra bilinci yerinde mi diye kontrol etmek için bazı sorular sordum. Bilinci yerindeydi ve sanırım ilk şoku atlatmaya başlamıştı. Bana ne olduğunu anlatmaya başladı.
    Eşi hasta olduğundan evin camlarını silerek ona yardımcı olmaya karar vermiş. Bütün camları silip sıra balkona geldiğinde, bir cama ulaşamayınca balkon demirinin üzerine çıkıp camı silmeye çalışmış fakat ayağı kayıp aşağıya düşmüş. Düşerken bir alt katın balkonundan tutmaya çalışmış ama hızla düştüğünden eli kaymış.
    Ben adamın ameliyatlı olduğunu bildiğimden çok korktum ve üzüldüm. İçimden, muhtemelen ameliyat yerinin zarar gördüğü ve adamın sakat kalabileceği geçti. Omurgalarından ameliyat olduğundan felç olup olmadığını anlamak için el parmaklarını ve ayaklarını oynatmasını söyledim, oynattı. Felç olmadığını anlayınca rahatladım.
    Ama adam kaburgasını göstererek çok ağrıdığını söyleyince kaburgasının kırıldığını ve muhtemelen bir iç organına battığını düşündüm. En iyi ihtimalle bir iç kanaması geçiriyor diye düşündüm. Çünkü adamın rengi kara-sarı arasında bir renge dönmüştüm.
    Bu arada ambulans çağırmak için telefonu çıkardım fakat bir türlü 112 aklıma gelmiyordu. O sırada yoldan geçen ve bizi görerek bahçe duvarına kadar yaklaşmış olan birine ambulans çağırmak istediğimi, numaranın kaç olduğunu sordum. Fakat adam benden çok daha fazla panik halindeydi.
    ''Bilmiyorum.'' dedi ve yakındaki bakkala doğru koşmaya başladı. Onu gören bakkal ne olduğunu anlamak için dışarı çıkıp bize doğru koşmaya başladı. Ben bağırarak bakkala numarayı sordum.       
    Bakkal bir an durakladı ve ; ''Hatırlayamıyorum.'' dedi.
    Sonra koşarak dükkana girdi ve oradan bana bağırdı. ''112. Numara 112.''
    Hemen 112'yi aradım. Telefona çıkan kişiye hastanın durumunu anlattım ve adresi söyledim. Onlar gelinceye kadar ne yapmam gerektiğini sordum. Hastayı kıpırdatmamamı söyledi.
    Bu sırada karşı apartmandan çıkan orta yaşlarda, biraz çok bilmiş havalarındaki bir adam kendinden emin bir şekilde yanımıza geldi ve ''Bir müsaade edin de hastaya bakayım.'' dedi.
    Ben elimi uzatarak adamı durdurdum. ''Sen doktor musun?'' diye sordum.
    Adam; ''Hayır, değilim. Ama ilk yardım kursu gördüm.'' diye cevap verdi.
    Ben adamın tavırlarından pek ikna olmadığımdan sordum.'' Hastanın bilinci yerinde. Açık yara yok. Kanama yok. Belki iç kanama olabilir. Ne yapmamızı önerirsin?''
    Adam beni dikkatle dinledikten sonra gayet kendinden emin bir şekilde; ''Ayaklarını yukarı kaldırmamız lazım. Kan akışı için.'' diye cevap verdi.
    Ben hemen adamı elimle uzaklaştırdım ve hastaya yaklaşmamasını söyledim. Çünkü ben de,  özellikle silah yaralanmalarına karşı müdahale için birçok defa ilk yardım kursu görmüştüm ve vücudunda iç veya dış kanaması olan birinin ayaklarını kaldırınca kanın çoğunun vücuda gelmesinden dolayı kanamanın artacağını ve hastanın ölüm riskinin yükseleceğini biliyordum.
    Adam ya kurs görmemiş veya kurs esnasında anlatılanları dikkatli dinlememiş olmalıydı. Söylediği şey sadece kalp krizi geçirenlerde bir işe yarıyordu.
    Bu sırada bizi gören herkes hastanın başına toplanıp bir şeyler sormaya başladı. Ben hastanın bunaldığını görünce herkesi bahçenin dışına çıkardım. Biraz sonra da ambulans geldi. Boyunluk takarak hastayı sedyeye aldılar ve götürdüler.
    Ben gelecek kötü haberi beklerken kızından telefonla adamın önemli bir şeyi olmadığını ve sadece kaburgalarından birinin incindiğini öğrenince rahat bir nefes aldım.
    Bu olay bana büyük bir ders oldu.
    O günden beri artık vücudumun daha dinç kalması için daha fazla hareket etmeye dikkat ediyorum. Kızımı almaya okula gidince bile o çıkana kadar okulun önünde (diğer veliler bana tuhaf tuhaf baksalar da) volta atıyorum.
    Balkondan aşağıya bakmam gerektiğinde kesinlikle vücudumun ağırlık noktasının içerde olmasına dikkat ediyorum.
    Balkondan veya pencereden dışarıya asla çıkmıyorum.
    Arada bir temizliğe gelen kadını, salon penceresinin içeriden uzanamayacağı kadar uzağındaki camı silmek için pencere içine çıkmasına müsaade etmiyorum.
    Her türlü sesi dikkatle dinliyorum.
    Evden çıkınca önüme bakıp yürümek yerine etrafıma bakınarak kontrol ediyorum.
    Haaa, bir de; polis imdat, jandarma, ambülans vb. gibi bütün numaraları telefonuma kaydettim.
    Artık evimin, güvenlik kadar emniyet açısından da riskler taşıdığını ve bazı temel tedbirleri almadan hiçbir şey yapmamam gerektiğini biliyorum.
    Size de daha dikkatli olmanızı öneririm.
    Saygılar sunarım.
    Mehmet Çanlı (24.10.2017)

Not: Bu yazıyı beğendiyseniz alttaki butondan facebook, twitter, pinterest ve G+ tuşlarına basarak arkadaşlarınızla paylaşırsanız sevinirim. Teşekkürler.

2 Ekim 2017 Pazartesi

Ankara Belediye Başkanı İ. Melih Gökçek'in Görevden Alınacağı Hakkında Bir Değerlendirme.


Son günlerde, İstanbul belediye başkanının ardından şimdi de Ankara belediye başkanı İ. Melih Gökçek'in görevden alınacağına dair söylentiler ortada dolaşmaktadır. 
Bence bu söylentilerin doğru olması kuvvetle muhtemel. 
Cumhurbaşkanı yakın zaman önce bu tasfiyelerin yapılacağının mesajını verdi zaten. 
Bu mesajlar çok kişinin dikkatinden kaçtı. 
Veya ne anlama geldikleri tam olarak anlaşılamadı.
Sanırım bu mesajı bir tek İ.Melih anladı. 
Cumhurbaşkanı önce partinin yolsuzluklardan temizleneceğinden bahsetti.
Daha sonra da lüks yaşam içinde olanlar olduğunu, lüks yaşamdan kaçınılması gerektiğini söyledi. 
Bu ülkede en büyük yolsuzluk arsa rantı üzerinden belediyelerde yapılmaktadır. 
Göründüğü kadarıyla en lüks yaşayan devlet görevlileri de bazı belediye başkanları ve aileleri.
Bu yolsuzluklar ise en fazla İstanbul ve Ankara'da. 
Bu iki belediyenin 17-25 öncesinde FETÖ'ye ne kadar rant sağladığı da ayrı bir konu.
İstanbul belediye başkanının damadının FETÖ'nün para babalarından biri olduğunu tutuklanmasının ardından herkes öğrendi.
İ.Melih'in başta İpek/Koza Üniversitesinin arsasını FETÖ'nün en büyük para babası Akın İpek'e bedava verdiği ortada.
Zaten Bülent Arınç ta bu ve diğer peşkeş çekilen yerleri kastederek İ.Melih'in FETÖ'nün kucağına oturduğunu televizyon ekranlarından açıkladı.
Ayrıca İ. Melih'in eşinin FETÖ'nün Ankara'daki en büyük okullar zincirinin ortağı olduğu da yazılıp çizildi.
Bu iki belediye başkanı nereden bakılırsa bakılsın gırtlağa kadar b...a batmış durumda.
Bu sebeple, Cumhurbaşkanı ve Saray danışmanları tarafından bu belediye başkanlarının görevden alınmasına karar verildi.
İstanbul belediye başkanı zaten bu karara uygun olarak görevden alındı.
Şimdi sıra Ankara'da.
İ. Melih, Cumhurbaşkanının bu niyetini anlayınca bu işten kurtulmak için sanırım önce saray çevrelerinde kulis yapmaya başladı. 
Herhalde gerekli desteği bulamadı ki başbakan ve bakanlara yanaştı. 
Dikkat ettiyseniz, İ. Melih son günlerde  başbakan ve bakanlar televizyonlara demeç verirken, sürekli olarak ya onların yanında veya arkasında ekranlarda boy gösteriyor. 
Ama anlaşılan o ki bu bir işe yaramamış.
Bu sebeple İ. Melih'in de suyu ısındı diyebiliriz. 
Cumhurbaşkanı 2019 seçimlerinde yolsuzluk iddiaları sebebiyle çok oy kaybedeceğini düşünüyor olmalı.
Devlet ihalelerinde yapılan yolsuzluklar sadece üç beş zengini ilgilendiriyor. 
Ama belediyelerdeki yolsuzluklar çok daha geniş bir tabanda rahatsızlık yaratıyor. 
Ankara'da İ.Melih'in yolsuzlukları ve çocuklarının mal varlıkları ise her yerde konuşulan bir olay haline geldi. 
Bu dedikoduları sağır sultan bile duydu artık. 
Bu sebeple bence İ. Melih te görevden alınacak.
Ama o çok üçkağıtçı ve tilki bir herif olduğundan saray biraz daha dikkatli olmaya çalışıyor. 
Çünkü, İ.Melih Cumhurbaşkanı ve hükumete de zarar verecek bazı belgeleri biriktirmiştir. 
Öyle alenen görevden alınırsa sorun çıkarabilir.
Onun için Atatürk'ün, ağır bir kavga ettikten sonra İnönü'yü başbakanlıktan alıp Celal Bayar'ı göreve getirirken uyguladığı yöntemi uygulamaya sokmuş olabilirler. 
Malum İnönü, Atatürk ile bir tren vagonunda baş başa görüştükten sonra sağlık sebebiyle istifasını vermişti. 
Şimdi İ. Melih'in hasta olduğu ve hastaneye yattığı bilgileri de bu maksatla kasıtlı olarak sızdırılmış olabilir. Kamuoyu onun hasta olduğunu bir şekilde öğrenecek ve sonra o da sağlık sorunlarını bahane ederek istifa edecek. 
Böylece, kimse ağır bir zarar görmeden bu işin içinden çıkılmış olacak. 
Bence durum bundan ibaret.
Sanırım yakında ne olduğunu anlarız.
Saygılar sunarım.
(Bu yazıdaki değerlendirmeler tamamen benim olaylara bakarak ortaya koymaya çalıştığım bir değerlendirmeden ibarettir. Bu yönde herhangi bir kimseden bilgi veya haber almış değilim.)
1.10.2017.

27 Eylül 2017 Çarşamba

Irak'ın kuzeyindeki referandum kimin işine geliyor?


Irak'ın kuzeyindeki referandumu dünyada bir tek İsrail ve diasporası gayet kararlı ve istekli bir şekilde destekliyor. 
Neden acaba? 
Bence bunun Barzani'nin Yahudi olduğunu iddia edenlerin söyledikleriyle hiçbir alakası yok. 
Sorun şu: İsrail kurulduğu günden beri Araplarla savaşıyor ve sürekli güvenlik endişesiyle yaşıyor. 
Bu tüm İsrail politikalarına ve hatta basit devlet faaliyetlerine bile yansıyor. 
Ben Londra'da görev yaparken bir defa İsrail elçiliğinde verilen resepsiyona gitmekle görevlendirilmiştim. İçeri girmek için uygulanan güvenlik prosedürü, ne İngilizlerin Savunma Bakanlığı ve daha gizli işlerin yapıldığı JTAC, ne de Türkiye'nin herhangi bir askeri kurumunda rastlamadığım kadar sıkı bir prosedürdü. Üç kademeli bir güvenlik kontrolü uygulanıyordu. 
Bu kontrolden sıkılan birçok ülke ataşesi İsrail resepsiyonlarına gitmek istemediğini söylüyordu. 
Bu da İsrail için uzun bir süre daha katlanamayacağı önemli sorunlara sebep oluyor. 
İsrail ne yaptıysa güvenlik endişesi sorunundan kurtulamadı. 
Şu anda İsrail halkı ve Yahudi diasporası bu politikadan bıkmış durumda ve çoğu Yahudi artık daha fazla çatışma ve daha fazla güvenlik endişesi istemiyor. 
Ama bunun için Arapların ikna edilmesi gerek. 
Ancak bu oldukça zor. 
Çünkü Araplar İsrail'in işgal ettiği ve milyonlarca Yahudi yerleştirdiği toprakları geri istiyor ama İsrail bu toprakları geri vermek istemiyor. 
Zaten veremez de.
Çünkü o toprakları verirse iç savaş yaşar ve İsrail çöker. 
Bunun yerine daha basit bir çözüm buldular.
Aslında bu yeni bulunmuş bir çözüm değil. 
20-30 senedir düşündükleri ama uygun şartların ilk defa bu gün oluştuğu bir çözüm. 
Bu çözüm: Ortadoğu'nun siyasette etkin olan etnik ve kültürel yapısını değiştirmektir. 
Bunun için Irak Arapları Şii ve Sünni olarak bölündü. 
Suriye de en az dört parçaya bölündü. 
Ama bu yeterli değil. 
Çünkü bu yapılar henüz bağımsız devletler değiller ve uluslararası politikada etkinlikleri çok az ve dolaylı. Uluslararası politikada rol oynayabilecek yeni bir aktör lazım. 
Ortadoğu yıllardır; Arap ve Yahudi gibi akraba iki kültür ile Fars ve Türk gibi farklı iki kültürün devlet kurup uluslararası politikaya dahil olduğu bir kombinazon üzerinde yürüyordu. 
Bu durumdan ise her zaman İsrail rahatsız oluyordu. 
Çünkü diğer üç unsur konu İsrail olduğunda dini sebeplerle genellikle bir araya gelebiliyordu.
İsrail, Humeyni devrimi öncesinde İran ile daha sonraki dönemde Türkiye ile işbirliği imkanları arayarak bu birliktelikte zaman zaman çatlaklar oluşturabiliyordu ama bunun güvenilir bir yöntem olmadığı İran devrimi ve One Minute olayı ile ortaya çıktı.
İsrail'in şimdi yapmaya çalıştığı bu dörtlü yapıya yeni bir oyuncunun dahil olmasını sağlamak.
İsrail kendisinden önceki üçlü kültürel yapıya girdiğinde bu çok zor ve çatışmalı olmuştu. 
Şimdi yeni bir oyuncu, mevcut dörtlü yapıya dahil olunca bütün dikkatler bu sisteme yeni girmeye çalışan beşinci unsura yönelecek ve muhtemelen bu sebeple çatışmalar çıkacaktır. 
Bu sayede İsrail üzerindeki baskı ortadan kalkacak ve belki de yıllardır yapamadığı şeyi, yani işgal ettiği toprakların İsrail'e ait olduğunu Araplara, İran'a ve Türkiye'ye kabul ettirecektir. 
Bence olan biten bundan ibarettir. 
Konunun dinle veya Barzani'nin Yahudi olmasıyla alakası yoktur.
Saygılar sunarım.
27.09.2017.

FETÖ, PKK ve Barzani AKP Hükümetini Nasıl Kandırdı?


Bizim oralarda eskiden çok antılan bir fıkra vardı. 
Bu fıkra genellikle; birisinden kendisine kötülük yaptığı için her yerde şikayet eden ama bu kötülüğün aslında sadece şikayet ettiği kişiden değil, kendisinin de bu hareketi istemesinden kaynaklandığına inanılan kişiler için anlatılırdı. 
Fıkra şöyle:
''Kadının biri komşusunu, kendisine tecavüz ettiği iddiasıyla mahkemeye vermiş. Mahkeme günü kadın ve davalı adam ile avukatları hakim karşısına çıkmış. Hakim kadına olayın nasıl olduğunu anlatmasını söylemiş. Kadın da başlamış anlatmaya.... 'Hakim bey.... Ben hayvanlara saman vermek için dama (ahıra) girdim. Biraz sonra şurada duran komşumuz dama girdi ve kapıyı kapattı. Zorla başımı bastırdı ve yüzüm samanlara gelecek şekilde eğdi. Sonra da şalvarımı çıkarıp bana tecavüz etti.' Hakim kadını dinledikten sonra bir kadına bir de ona tecavüz ettiği iddia edilen adama bakmış. Adam en fazla 155 santimetre boyunda ve adeta cüce biriymiş. Kadın ise en az 180-185 santimetre boyunda ve adama göre çok iri biriymiş. Hakim şaşkın bir şekilde sormuş: 'Kızım... Senin anlattığından ben bir şey anlamadım. Bu adam senin boyunun yarısı kadar. Sana tecavüz etmek için onun boyu yetmez ki!' demiş. Kadım hafifçe gülümsemiş. 'Evet hakim bey, doğru söylüyorsunuz. Boyu yetmedi zaten...' demiş. Hakim daha da şaşırmış ve 'O zaman bu adam sana nasıl tecavüz etti?' diye tekrar sormuş. Kadın mahcup bir şekilde gülümsemiş. 'Eeee.... Hakim bey... Baktım boyu yetmiyor, azıcık ta ben çömeştim (Çömeldim veya ayaklarımı bükerek aşağıya doğru eğildim manasına gelir).' demiş.''
Şimdi bizim hükumetimizin konuşmalarına bakınca nedense benim aklıma bu fıkra geliyor. 
Neymiş efendim? 
FETÖ bunları kandırmış, PKK bunları kandırmış ve şimdi de diyorlar ki Barzani de bunları kandırmış. 
Bırakın bu ayakları da itiraf edin artık kardeşim. 
Fıkradaki adam ve kadına benzer şekilde, bu örgütlerin boyu da, çapı da devletle kıyaslanamayacak kadar küçük. 
Siz çömeşmeseydiniz sizi kandıramazlardı.
Azıcık ta siz çömeştiniz. 
Hatta olaylara bakınca diyebilirim ki azıcık ta değil, bayağı bir çömeştiniz. 
Hatta adamı kolundan çekip ahıra sokan da, kapıyı kapayan da sizdiniz.

Saygılar sunarım. 
27.09.2017.

19 Eylül 2017 Salı

Suriye İç Savaşının Ekolojik Sebepleri; kuraklık, su savaşları ve su stratejisi.


SURİYE'NİN SU'YU ÇIKTI, KİMSENİN HABERİ YOK. 
Suriye iç savaşı başlamadan önceki 5 yılda, özellikle Suriye'nin kuzeyinde, köyden kente göç patlama yapmış. 
Bazı yabancı uzmanlar bunda, 5 yıl boyunca bu bölgede yağış miktarının düşüş göstermesine paralel olarak tarımın çökmesinin etkili olduğunu söylemektedir. 
Bu yöndeki raporlara dayanarak bazı yabancı televizyon kanallarında yapılan programlarda ise bunda Türkiye'nin yaptığı barajların su akışını azaltmasının da etkili olduğundan bahsediliyor. 
Yani yıllardır sözü edilen Ortadoğu'daki su savaşları başlamıştır ve bunun ucu Türkiye'ye de dokunacak gibi görünmektedir.
Ama bizim ne hükümet çevrelerinden, ne basından, ne televizyonlardaki strateji ve güvenlik uzmanlarından, ne de üniversite çevrelerinden bu yönde bir yorum, açıklama veya araştırma yapıldığını görmedim/duymadım. 
Yabancı uzmanlar IŞİD'in oldukça hızlı bir şekilde büyük bir bölgeyi kontrol altına almasının sebebini de, bu durumun bilincinde olarak, su stratejisi uygulamasına bağlamaktadırlar. 
Bu strateji gereğince IŞİD Fırat ve Dicle Nehri kıyılarındaki stratejik bölgeleri ele geçirerek suyu kontrol altına aldığı ve böylece susuz yaşaması mümkün olmayan halkı yanına çektiği söylenmektedir. 
Bu stratejik mevkilerin en önemlisi de çok önemli bir su rezervi olan Musul bölgesindeki barajdır.
Musul ise suların ve yolların kesişme noktasında olan stratejik bir mevkidir. 
IŞİD te Musul'u ele geçirdikten sonra gücünün zirvesine ulaşmıştır. 
IŞİD ayrıca bu suyu tankerlerle veya borularla satarak büyük paralar kazanmıştır. 
Bizde bu yönde hiçbir değerlendirme duymamak beni üzüyor. 
Önümüzdeki yıllarda küresel ısınmaya bağlı olarak su yüzünden muhtemelen daha birçok savaş ve mücadele ortaya çıkacaktır. 
Bizim yetkililer bir an önce buna yönelik stratejiler belirlese uygun olur diye düşünüyorum. 
Yoksa iş işten geçtikten sonra üzerine bir bardak soğuk su içmekten başka çaremiz kalmayacak.
Tabii o bir bardak suyu bulabilirsek. 
Çünkü bu ülkenin batısında bile ben küçük bir çocukken 5-6 metreden bol miktarda su çıkarken şimdi su seviyeleri 200 küsur metrelere düştü. 
Saygılar sunarım. 
(17 Eylül 2917)