.quickedit {display:none;} .quickedit {display:none;}

1 Ekim 2024 Salı

Bahçeli neden gazetecileri hedef aldı?

 Bahçeli neden gazetecileri hedef aldı?

Açıkçası bilmiyorum.

Sinan Ateş cinayetinin üstüne gittikleri için bazı gazetecileri hedef aldığını söyleyenler var.

Üstelik bu konuya sahip çıkan CHP'ye de saydırmış diyorlar.

Murat Ağırel,  Timur Soykan ve Barış Pehlivan'a ise eliyle tetiği çeker gibi işaret yaparak "DHKP-C'ciler, sizinle görüşeceğiz." demiş.

Bu nereden bakarsan bak hiç uygun bir davranış olmamış.

Sayın Bahçeli gibi ciddi bir insanı bu tür hareketler yapmaya iten sebep ne olabilir?

Eğer Sinan Ateş cinayeti ile ilgili haber yapılması kendisini rahatsız etmemişse muhtemelen bizim bilmediğimiz ama kendisinin bildiği başka bir konu vardır.

Boşuna yapmamıştır bunu.

Ama ne sebeple yapmış olursa olsun, hiç hoş olmamış.

Benim bildiğim, siyasetçiler silah işareti yapmaz.

Silah işareti yaparak insanları tehdit etmek mafya üyelerinde gördüğümüz bir şey.

Üzüldüm.

Geçek düşman İsrail mi ABD mi?

İran'ın İsrail'e yaptığı füze saldırısının ardından ABD, İran'ın 200 füze attığını ve ABD gemilerinin İsrail'i koruduğunu, bu sayede hiçbir İsraillinin ölmediğini açıkladı.

Aylardır İsrail Gazze'ye her türlü silahla saldırıyor.

Çoluk çocuk demeden on binlerce kişiyi öldürüyor.

Bununla da yetinmeyerek Lübnan'da birçok saldırı ve bombardıman gerçekleştiriyor.

ABD, bunlar olurken hiçbir Filistinli veya Lübnanlıyı gemileriyle veya başka bir yolla ölümden kurtarmak için bir şey yapmıyor.

Ama konu İsrailliler olunca, tüm ABD alarma geçiyor.

Eğer salak değilseniz, saldırganın İsrail değil ABD olduğunu anlarsınız.

Eğer ABD bu korumayı sağlamasa İsrail bu kadar saldırgan olabilir mi?

Peki İslam ülkeleri ne yapıyor?

ABD ile ilişkileri bozmamak için her türlü kepazeliği yapıyorlar.

ABD silah sanayii batmasın diye milyarlarca dolar ödeyip ABD'den hiç kullanmayacakları silahlar alıyorlar.

Eğer tüm Arap ülkeleri ve hatta tüm İslam ülkeleri birden ABD'den silah almayı kesse ABD İsrail'i bu kadar rahat destekleyemez.

ABD'de yatan paraları çekmek, ABD'den herhangi bir ithalat yapmamak gibi bir tedbir ise değil ABD'yi dünyayı bile yerinden sarsar.

Ama bunu yapmak için g...t lazım.

Ya da Atatürk gibi ciddi liderler lazım.

Halkı kandırmak için kameralar karşısında törenle camiye giden fakat ertesi gün gizli mahvillerde her türlü haltı yiyen yöneticiler bunu yapamaz.

İslam dünyasının temel sorunu da bu aslında.

İslam dünyası mevcut rejimlerinden ve yönetimlerinden kurtulmadıkça İsrail daha çok uzun süre istediğini öldürür, istediğini yaralar.

Bize de kola alıp dökerek protesto etmek gibi salakça bir şey yapmaktan başka bir şey kalmaz.

Nasılsa, dökülen her kolanın parasının ABD2ye gittiğini, dökmek yerine hiç satın almamak gerektiğini anlayamayacak kadar çok salak var.

İran'ın füze saldırısı ve apartman inşaatında sığınak yapılması zorunluluğunun önemi.

 Birçok binada kapıcı dairesi denilen ve genellikle de bu maksatla kullanılan yer seviyesinin altında kalan daireler vardır.

Soğuk Savaş döneminde bunların herhangi bir genel savaşta sığınak olarak kullanılacağı ve her binada bulunmasının zaruri olduğu söylenirdi.

Ama bizim kapıcı daireleri sığınak olarak kullanılmaya genellikle pek elverişli değildir.

Birincisi kapıları pek korunaklı değildir.

İkincisi, çoğunun penceresi bulunmaktadır.

Üçüncüsü ise binaların altındadırlar.

Eğer bir binaya füze veya top mermisi isabet ettiğinde, bina yıkılacağından kapıcı dairesine sıınanlar mahsur kalacaklardır.

Daha birçok şey söylenebilir.

Bu gün İran tarafından İsrail'e yapılan saldırılar, sığınakların ne kadar önemli olduğunu bir kere daha göstermiştir.

İsrail, sözde her türlü füze ve uçak saldırısına karşı korunma sağladığını iddia ettiği bir demir kubbeye sahiptir.

Ama bu gün, o kubbenin pek demir gibi olmadığı görülmüştür.

İsrail bunun farkında olmalı ki saldırı haberleri gelmeye başlayınca halkı sığınaklara girmeye çağırmıştır.

Nitekim, İsrail halkının sığınaklara girerek füzelerin etkilerinden büyük oranda korunduğu anlaşılmaktadır.

Etrafımız alev çemberi gibi sürekli olarak savaşlarla çalkalanmaktadır.

Bu alevin her an ülkemize de sıçraması olasılığı her zaman mevcuttur.

Üstelik, çevremizdeki ülkelerin çoğunda gelişmiş uçak filoları veya uzun ve kısa menzilli füzeler bulunmaktadır.

Allah korusun, herhangi bir ülke ile savaşa girersek ülkemizin çok sayıda uçak ve füze tarafından bombalanacağını bilmek için müneccim olmaya gerek yoktur.

Bu yüzden uçak ve füze saldırılarına karşı ordumuz şimdiden hazır olmalıdır.

Bunun için uçak filomuz güçlendirilmeli, hava savunma sistemimiz geliştirilmeli ve mümkünse İsrail'den de daha iyi bir demir kubbe oluşturulmaya gayret edilmelidir.

En önemlisi de, tüm belediyeler de ortak hareket edecek şekilde yerleşim yerlerimizde sığınak yapımına önem verilmelidir.

Bu sığınaklar ayrıca para harcanarak yapılmak yerine inşaatlara verilecek ruhsatlarda bir zorunluluk olarak konulmak suretiyle yapılmalıdır.

Devlet kurumları zaten kendi sığınaklarına sahiptir.

Bunlar da geliştirilmeli ve savaş durumunda hükümet, silahlı kuvvetler komuta merkezi, güvenlik güçleri komuta merkezi ve hatta meclisin görevine devam edebileceği yerler gibi hususlar da dikkate alınarak geliştirilmelidir.

Türkiye'nin elindeki tank sayısı fazla mı?

 Cumhurbaşkanımızın ABD'ye gitmesi sebebiyle neredeyse bütün basın BM toplantısı ile ilgili haberlere yoğunlaştı.

Bu arada muhabirler, Amerika'ya gitmişken ABD ile ilgili haberler de geçmeye başladılar.

Tabii ki bu haberler abartılarak televizyon kanallarımızdan halka servis edildi.

Bunlardan biri, asker olmam hasebiyle dikkatimi çekti.

ABD Senatosu'nda asker kökenli senatörler, Türkiye'nin çok fazla tanka sahip olduğunu dile getirmişler.

Bazı basın organları sanırım bunu hükümete destek için uygun bir argüman olarak algıladılar.

Çünkü 20 küsur yıldır aynı siyasi parti ülkeyi yönetiyor.

Bu siyasi parti, orduyu paramparça etmekle ve zayıflatmakla suçlanıyor zaman zaman.

İşte bu suçlamaları dolaylı olarak yalanlamak için bir fırsat diye ileri atılmış olmalılar.

Çünkü, ABD'li senatörler bile Türk ordusunun çok güçlü olduğunu söylüyorlar.

Bir de kendi tankını yapma durumu var.

Daha ne olacak.

Ver mehteri.

Ama kazın ayağı öyle değil.

Ne kadar silahınız olduğu önemli ama size tehdit teşkil eden ordularla da kıyaslamak lazım.

Bununla da kalınmamalı, iç güvenlik gibi diğer tehditler de dikkate alınmalı.

Öte yandan elinizdeki silahların teknoloji ve diğer yetenekler açısından karşıt güç konumundaki devletlerdeki silahlarla da karşılaştırılmalı.

Bizde 1200 tank varmış.

Şu sıralar konvansiyonel tehdit açısından karşımızdaki en önemli ülke Yunanistan.

Yunanistan küçücük bir ülke.

Toprakları da küçük, ekonomisi de küçük, nüfusu da küçük, ordusu da küçük.

Ama 800'den fazla tankı varmış.

Üstelik bizde Leopard A1 gibi artık modası geçmiş tanklar varken, Yunanistan tankları daha yeni modelmiş.

Ayrıca Gürcistan, Ermenistan, İran, Bulgaristan, Suriye, Irak kaç tanka sahip bilmiyorum.

Yani, çok fazla tankımız olduğu iddiası pek doğru değil.

ABD'li bazı senatörlerin ne dediğinin önemi yok.

Gerçek durum daha önemli.

Onun için böbürlenme teranesinin hiç gereği yok.

Uluslararası ilişkilerde tek etkin faktör güçtür.

 Akademide okurken, uluslararası hukuk ve savaş hukuku dersleri görmüştük.

Hukukun temel ilkelerinden biri olarak anlatılan hakkaniyet ve nısfet çok ilgimi çekmişti.

Ama bu günlerde, hukukun sadece kağıt üzerinde var olan bir şey olduğu anlaşılıyor.

Çünkü hukuk, temel ilkelerinin uygulanmasında bile eşit değil.

Örneğin, Rusya Ukrayna'ya saldırınca dünya ayağa kalktı.

Rusya işgalci, ırkçı, saldırgan, geri vb. birçok ifadeyle kınandı.

Bununla da kalınmadı.

Rusya'nın Batı'daki para ve mal varlıklarına el konuldu.

Tüm varlıkları donduruldu.

Üstelik Rusya, haksız bir işgal yapsa da sivillere kasıtlı katliamlar, çocuk veya kadın ayırt etmeden herkesi öldürmeler, sivillerin toplu olarak bulunduğu cami, kilise ve hastane gibi yerleri uçaklarla bombalamalar gibi insanlık suçlarını işlemedi.

Öte yandan İsrail bunların hepsini yaptı.

Çocukları ve kadınları bilerek öldürdü.

Evleri bombaladı.

Hastaneleri, camileri uçaklarla vurdu.

Lübnan'da olduğu gibi sivil-asker ayrımı yapmadan tüm herkese zarar verebilecek olan çağrı cihazı ve telsiz patlamalarını yaptı.

Şimdi de bağımsız ve egemen bir devlet olan Lübnan topraklarına yönelik bir işgal harekatı başlattı.

Ama nedense kimsenin bir şey dediği yok.

Birçok ülke Putin için tutuklama kararları alırken Irkçı bir neonazi olan Natenyahu ABD'de BM toplantısında boy gösterebiliyor.

Bununla da yetinmeyip saçma sapan yahudi efsaneleri ile onbinlerce çocuk ve sivil insanı öldürmelerinin haklı olduğunu ispatlamaya çalışıyor.

Bence bunu yapmasını sağlayan şey uluslararası Yahudi sermayesi, yani para ile ABD'nin ezici askeri gücünün arkasında olması.

Dünyada hukuk yok.

Adalet te yok.

Tek bir şey var.

O da güç.

Güçlü olan yaşar.

Güçsüz olan ölür veya köle olur.

Tarih boyunca bu böyleydi.

Bu gün de böyle.

29 Eylül 2024 Pazar

Guguk Kuşları ve Tarikatlar

 TRT Belgesel'de bir program seyrettim.

Guguk kuşlarını anlatıyor.

Ama söylenenler, günlük yaşama da gayet iyi uyuyor.

Programda anlatılanlar şöyle:

"Guguk kuşlarının her biri, ayrı bir yumurta türünde uzmanlaşmıştır.

Kimi, kırmızı sırtlı örümcek kuşunu kandırır.

O yüzden yumurtası, kırmızı sırtlı örümcek kuşu yumurtasına benzer.

Diğer guguk kuşları, kızıl kuyruğu hedefler ve onların yumurtasına benzeyen yumurtalar yumurtlar.

Yumurtaları birbirinden ayırmak, çok zordur.

Peki ya sahtecilik beklenildiği kadar başarılı değilse ne olur?

Örneğin bataklık ardıcı yuvasına bırakılmış bir guguk kuşu yumurtası olduğunu düşünelim.

Bataklık ardıcı, yuvasındaki yumurtaların yanındaki yumurtanın kendisine ait olduğunu başlangıçta anlamaz.

Bu yüzden, yabancı yumurtanın varlığından rahatsız olmuş gibi bir tepki vermez.

Fakat bataklık ardıcı yumurtalarını sürekli olarak kontrol eder.

Bunun sonucunda kısa süre içinde yuvasındaki yumurtaların birinin diğerlerinden az da olsa farklı olduğunu fark eder.

Peki bunu fark edince ne yapar?

Hemen yabancı yumurtayı kırar ve içini yer.

Böylece guguk kuşuna dönüşecek olan yumurta saf protein kaynağı olarak bataklık ardıcına yem olur.

Demek ki guguk kuşları, her zaman başarılı olamaz.

Aldatmacası açığa çıkınca, sahtekar guguk kuşları kendi oyunlarının kurbanı oluyor."

Bu metni dinleyince Türkiye'de tarikat ve cemaatler ve özellikle de FETÖ aklıma geldi.

Her tarikat ve cemaat ağırlıklı olarak devletin belli kurumlarına guguk kuşu misali kendi yumurtalarını (müritlerini, taraftarlarını) koyuyor.

Bunlar o kurumun personeli nasıl hareket ediyorsa öyle hareket ediyor.

Dolayısıyla fark edilmiyor.

Yumurtadan çıkıncaya (önemli yerlere gelinceye) kadar kendini fark ettirmiyor.

Bunu en erken fark eden Türk Silahlı Kuvvetleri idi.

Çünkü sürekli olarak personelini takip ve kontrol ediyordu.

Yabancı bir yumurta misali, vatan evladı değil de bilmem ne tarikatının müridi olduğunu fark edince de onu yuvadan atıyordu.

Ama ne zaman ki AKP iktidara geldi.

YAŞ kararıyla yuvadan atılan bu guguk kuşlarına, Albay maaşı üzerinden maaş bağladı.

Alnı secdeye değen insandan zarar gelmez diyerek YAŞ'ta guguk kuşlarının atılmasını yasakladı.

Sonuç ne oldu?

Yuva guguk kuşu yumurtası ile doldu.

Bunlar da diğer yumurtalardan daha önce çatlayarak yuvaya hakim oldu.

Diğer yumurtaları kırdılar, yuvadan attılar veya çıkmayı başaran yavruları öldürdüler.

Yeterince güçlü olduklarını hissettiklerinde de darbe yaptılar.

15 Temmuz darbesi böyle oldu.

Ama hükümet hala olanlardan ders almamış gibi görünüyor.

Sadece FETÖ kötü, diğer tarikat ve cemaatler kötü değil diyerek onlara dokunmuyor.

Böylece o guguk kuşları yuvalara yumurta bırakmaya devam ediyor.

Halbuki guguk kuşu guguk kuşudur.

Asalak, istilacı bir türdür.

Hangi cins olduğunun bir önemi yoktur.

Hepsi aynı bokun soyudur.



Propagandada amaçlı seçim yöntemi: Berc Keresteciyan (Türker) örneği.

 Propagandada amaçlı seçim, bütünü çok başka bir anlama gelse bile bir olay veya bir metnin size hizmet edebilecek bir kısmını alıp sürekli tekrarlamaktır.

Bu konuya neden değiniyorum diye merak edenler olabilir.

Aslında, sosyal medyada gayet sıradan görünen bazı paylaşımların, profesyonel bir merkez tarafından belirlenen bir stratejiye göre hazırlanıp çeşitli kaynaklardan yayınladığı kanaatinde olduğum için bu konuya değineceğim.

Bu paylaşımlar, Türkiye cumhuriyetini kuran lider kadro ve özellikle de Atatürk ile cumhuriyet rejimi aleyhinde yapılan paylaşımlardır.

Bunlardan en son gördüğüm paylaşımı örnek alarak konuyu açıklamak istiyorum. 

Belki siz de karşılaşmışsınızdır.

Bu günlerde "Berc Kereteciyan isimli bir Ermeni, soyadı Türker olarak değiştirilerek hiç gitmediği Afyon'dan milletvekili seçildi." şeklinde bir yazı çok paylaşılıyor.

Baktığınızda, size sanki bu işte bir iş var izlenimi veriyor.

Gerçekten de Berc Keresteciyen isimli bir Ermeniye, soyadı Atatürk tarafından Türker olarak verilmiş ve cumhuriyetin kurulmasının ardından üç dönem Afyon milletvekili seçilmiş.

İnsanın aklına hemen bunun neden olduğu geliyor.

Biraz araştırma yapınca şunu gördüm.

Bu şahıs 1870 yılında doğmuş ve Abdülhamit Han zamanında 1888-1890 yıllarında maliye bakanlığında uzman olarak çalışmış.

Paylaşımı yapan etki ajanları elbette bunu yazmamışlar.

Sadece Atatürk zamanında milletvekili olmasını yazmışlar.

Araştırmaya devam edince görülüyor ki bu şahıs Osmanlı Bankası'nda da uzun süre çalışmış.

Yani Osmanlı devleti döneminde de makbul bir kişiymiş.

Bunun nedenini merak edince şunu görüyorsunuz.

Adam Ermeni olmasına rağmen tam bir vatansever.

Atatürk Anadolu'ya geçeceği zaman İngilizlerin onu denizde öldüreceklerine dair bir haber duyunca hemen haber verip dikkatli olması konusunda uyarmış.

Bununla da yetinmemiş.

Kurtuluş Savaşı'na İstanbul'daki vatanseverlerle birlikte büyük destek vermiş.

Çok miktarda ilaç, alet, edevat göndermiş.

Anadolu'ya silah vb. kaçırılmasına yardım etmiş.

Büyük taarruz önce esinde İngiliz ve Fransızların korumasındaki depolardan top kamaları, silah ve mühimmat kaçırılması gerekiyormuş.

Fransız askerleri büyük bir para karşılığında depoları bir müddet boş bırakacaklarını söylemişler.

Ama kimsede para yok.

İşte bu Berc Kereteciyan, bu zor durumda da hemen imdada yetişmiş.

Çalıştığı Osmanlı Bankası'ndan gerekli parayı çekerek Fransız nöbetçilere rüşvet verilmek üzere Kuvayı Milliyecilere teslim etmiş.

Zaten adam, savaş sonrasında hizmetlerinden dolayı istiklal madalyasına layık görülmüş.

Yani vatansever biri olduğu tescilli.

Adam vekillik yaparken de devlet ve millet için çalışmış ve çabalamış.

Mesela Hatay meselesi sırasında Hatay'da yaşayan Ermenilere emperyalizmin oyununa gelmemeleri, Fransızları destekleyerek hata yapmamaları, Hatay'ın Türkiye'ye katılması için çalışmaları yönünde Ermenilere çağrı yapmış.

Bunun için tüm gücüyle çalışmış.

Çanakkale'ye Mehmetçik anıtı yapılmasını da tüm kalbiyle desteklemiş.

Daha bir sürü iş yapmış.

Şimdi "Yunan askeri, hilafet askeridir." diye fetva verenlerin, din elden gidiyor aldatmacasıyla Yunan ile savaşan orduyu arkadan vuranların torunları kalkmış vatansever birine çamur atmaya çalışıyor.

Hatta onun üzerinden Atatürk'e ve cumhuriyet rejimine çamur atmaya çalışıyor.

Kardeşim, niye böyle şeyler yapıyorsunuz.

Sizin dedeniz milletvekili olamadı diye mi?

Onlar da vatana ve millete hizmet etseydi de vekil olsalardı o zaman.


HAMAS veya HİZBULLAH, Netenyahu ve diğer İsrail hükümet üyelerini neden öldürmüyor?

 İsrail, her türlü yöntemi deneyerek HAMAS ve HİZBULLAH'ın askeri liderlerine suikastlar düzenliyor.

Bu da yetmiyor, siyasi liderlerini de silahlı saldırılar, bombardımanlar vb. ile öldürüyor.

Üstelik İsrail, bu tür saldırıların devamının geleceğini söylüyor.

Ama bu iki örgütten ağlayıp sızlamaktan, boş tehditler savurmaktan başka bir tepki gelmiyor.

İki örgüt te savunmacı bir yaklaşımla İsrail saldırılarına karşı kendilerini korumakla uğraşıp duruyor.

Halbuki, savunma ile zafer kazanmak imkansızdır.

Savunma elbette gereklidir ama savunma bile taarruzi bir ruh ile yapılmalıdır.

Eğer savunma yaparken sık sık karşı taarruzlar yaparsanız, düşmanın taarruzunu bozabilirsiniz.

Bu konuda, hem uluslararası hukuk hem de askeri gelenekler HAMAS ve HİZBULLAH'a saldırgan politikalar, stratejiler, taktikler ve teknikler uygulama imkanı veriyor.

Eğer savaşan iki taraftan biri diğerine karşı her türlü saldırıyı yapıyorsa diğer taraf da aynı şekilde karşılık verme hakkına sahip olur.

Eğer İsmail Haniye, hem de başka bir ülkede İsrail tarafından öldürülebiliyorsa, İsrail başbakanı da herhangi bir yerde HAMAS tarafından öldürülebilir.

Bu hem misilleme hakkı gereği yapılabilir.

Hem de uygulaması mümkün bir şeydir.

Geçmişte FKÖ, birçoğunu onaylamasam da bir sürü eylem yapmayı başarmıştı.

Şimdi de HAMAS aynı şeyi yapabilir.

Benzer bir durum HİZBULLAH için de geçerlidir.

Çağrı cihazı ve telsiz saldırılarıyla İsrail birçok HİZBULLAH liderini öldürdü veya yaraladı.

Dün de uçak bombardımanı ile HİZBULLAH lideri Nasrallah öldürüldü.

Bu durum, HİZBULLAH'a misilleme hakkı tanıyor.

Aynı şekilde ve hatta misliyle mukabele edebilir.

Şehirlere atılan füzelerin çok fazla anlamı yok.

Üstelik vurulan şehirlerde füzelerden zarar gören sivillerin çoğu mevcut İsrail hükümetine ve politikalarına karşı olan insanlar.

Bu yüzden boş yere günahsız insanlara füze atmanın bir alemi yok.

Düşman senin liderini vurursa sen de düşman liderini vurursun.

Olay bu kadar basit.

Şimdi akıl veriyor gibi olmayayım.

Elbette barış en iyisi.

Derhal bir ateşkes yapılmalı.

Ama bunun mümkün olmadığı da ortada.

O zaman tek çare, acı çektiğin kadar acıtmak lazım.

Acı çektiğin yerden acıtmak lazım.

Ben olsam öyle yapardım. 

28 Eylül 2024 Cumartesi

İmamoğlu ceza alırsa AKP biter.

 Sayın cumhurbaşkanı bir şiir okudu diye hapis cezası aldı.

Minareleri süngüye, kubbeleri miğfere benzeten eski bir şiirle tehdit içeren bir mesaj verdiği iddia edildi.

Türk halkı bunu haksızlık olarak kabul etti ve AKP'yi iktidar yaptı.

Sayın cumhurbaşkanını da bu güne kadar yönetimde tuttu.

Şimdi Ekrem İmamoğlu hakkında benzer bir dava açılmış.

Sebep, bir konuşmasında kullandığı "Ahmak" kelimes.

Halbuki sayın cumhurbaşkanımız ne zaman ağzını açsa birilerine hakaret ediyor.

"Cibilliyetsiz" diyor.

"Şerefsiz" kelimesini kullanıyor.

Türlü türlü şeyler söylüyor.

Partisinden birçok kişi ve bazı bakanları zaman zaman ondan bile ileri gidiyor.

Bunlarla ilgili ne bir dava açıldı ne de herhangi biri ceza aldı.

Bunu herkes görüyor.

Şimdi çok daha hafif kalacak bir ifade için İmamoğlu'na ceza verilirse, bu CHP ve İmamoğlu'nun siyasi geleceğini parlak hale getirir.

Millet haksızlığa bir şekilde tepki veriyor.

Bu tepkiyi de sandıkta gösteriyor.

Bunun hesabını da sandıkta sorar.

Benden söylemesi.


Sahil güvenliğimiz çökmüş durumda.

 Televizyonlarda ve sosyal medyada gördüğüm görüntülere inanamadım.

Bir Yunan sahil güvenlik botu, sivil bir botu Muğla bölgesinde sahilimize kadar takip etmiş.

Hatta karaya asker çıkarıp sivil botu da alarak geri dönmüş.

Yahu arkadaş, hani bir silah sanayiinde çağ atlamıştık...

Hani dünya bizi kıskanıyordu...

Deniz altında ve üstünde giden uzaktan komutalı yapay zekala çalışan yerli ve milli cihazlar yapmıştık.

Ne oldu?

Ainesi iştir kişinin, lafa bakılmaz.

Bir zamanlar Sovyetler Birliği de kada, deniz ve hava sınırlarını adeta demir ağlarla ördüğünü söylüyordu.

Radarlarına, gözetleme sistemlerine, iz tarlalarına filan yakalanmadan Sovyet sınırlarını bir sivri sineğin bile geçemeyeceğini iddia ediyordu.

Sonra yeni yetme bir çocuk, küçük bir sivil uçakla Sovyet sınırını geçti.

Bununla da yetinmedi.

Gitti Moskova şehrindeki bir meydana indi.

Böylece bütün rüya bozuldu.

Yalan ve dolanla inşa edilen hayali kuleler yıkıldı.

Hatta bu olayın Sovyetler Birliği'nin yıkılmasının da başlangıcı olduğu iddia ediliyor.

İnşallah, bizim başımıza da kötü bir şey gelmez.