.quickedit {display:none;} .quickedit {display:none;}

24 Eylül 2024 Salı

İsrail'in dokunulmazlığı mı var? Varsa, bu dokunulmazlık nereden geliyor?

 Bir süredir İsrail, Gazze'de tam bir insanlık suçu işliyor.

Çoluk-çocuk, kadın, sivil ayırmadan insanları kitlesel olarak öldürüyor.

Adeta, adı konulmamış bir soykırım yapıyor.

Ama Türkiye ve biraz da İran hariç hiç kimsenin ses çıkardığı yok.

Aksine, başta ABD olmak üzere birçok Avrupa ülkesi İsrail'e yardım da ediyor.

Bundan cesaret alan İsrail, şimdi de Lübnan'a saldırıyor.

Şehirleri bombalayıp duruyor.

Yine ciddi bir itiraz yok.

Bunun sebebi nedir acaba?

Avrupalılar, geçmişte işledikleri suçların diyetini mi ödüyor?

Tarih boyunca Hristiyanlar daima Yahudilere karşı katliamlar yapmışlardır.

Bunlardan en bilineni Almanların Hitler döneminde yaptığı soykırım.

Ama daha önce onlarca katliam var.

Mesela, Haçlılar Kudüs'ü aldıklarında şehirde yaşayan bütün müslümanlar gibi bütün yahudileri de öldürdüler.

Erkek, kadın, çocuk ayırt etmediler.

Şehirdeki Yahudi nüfusu oldukça fazlaydı.

Daha sonra İspanya sürgünü ve katliamı var Yahudilere karşı.

İlginçtir, o katliamdan Yahudileri kurtaran Müslümanlardı.

Bunların en başında na Osmanlılar geliyordu.

Yahudiler, Fransa, İngiltere, İtalya ve Avrupa'nın diğer birçok yerinde de katliamlara uğradılar.

Muhtemelen Batı, bunun kompleksi ile baş edemiyor.

Kendi yaptıkları soykırımın hesabını vermek yerine Yahudilerin içlerindeki nefreti boşaltmasına göz yumuyorlar.

Elbette kendilerine karşı değil.

Ortadoğu'daki Müslüman Araplara karşı.

Böylece, hem pek de insan yerine koymadıkları Araplar kontrol altına alınmış oluyor, hem de Hristiyanlar sözde kefaretlerini ödemiş oluyor.

Bunun başka anlamı yok.

Olsaydı, insan haklarının hiçe sayıldığı, savaş suçlarının her türlüsünün pervasızca işlendiği, bebeklerin öldürüldüğü, sivil nüfusun kitleler halinde göç etmek zorunda kaldığı bu sürece sessiz kalmazlardı.


Büyük Bir Ekonomik Kriz mi Geliyor?

 2010'lardan beri dünyada savaş, çatışma ve krizlerin ardı arkası kesilmiyor.

Arap Baharı, Karabağ Savaşı, Korona Salgını, Ukrayna Savaşı, Gazze Savaşı derken savaş şimdi de Lübnan'a sıçradı.

Bu ardı arkası kesilmeyen savaşın elbette tüm dünyada bazı etkileri oldu.

Rus doğalgazı kesilince Batı'nın enerji maliyetleri arttı mesela.

Ukrayna Savaşı, Avrupa başta olmak üzere çoğu ülkede yeni bir silahlanma yarışını tetiklemiş durumda.

Doğal olarak ekonomide de dünya çapında bir durgunluk, hatta bir gerileme var.

Bu gelişmelere bakan tüm dünyada bazı ekonomi analistleri yeni bir büyük buhranın gelmek üzere olduğu yönünde uyarılarda bulunuyor.

Bu iddianın gerçekleşmesi, oldukça olası görünüyor.

Bazı önemli olaylar 100 yılda bir tekrar eder derler.

1929'da Amerika'da başlayan ekonomik kriz tüm dünyaya yayılarak büyük bir buhrana sebep olmuştu.

O buhran öncesinde de Balkan Savaşı, Birinci Dünya Savaşı, İspanyol Gribi Salgını, Rusya'da Komünist Rejimin kurulması ve Rusya-Batı çatışmaları, her yerde çıkan bağımsızlık mücadeleleri, iç savaşlar yaşanmıştı.

Bu gün de çok benzer bir durum var.

Büyük bir buhran yaşanması kuvvetle muhtemel.

Devletimizin buna göre hazırlanması şart.

Ama birey olarak da buna göre hazırlık yapmak lazım.

Benden söylemesi.

Bu ülkede, küfretmeden yaşamak imkansız.

 İtin biri bir bayan polis memurumuzu şehit etmiş.

İçimiz yanıyor.

Ama iyin ak olanı bundan bile bir kin, nefret ve rejim düşmanlığı kusmayı ihmal etmiyor.

Söz konusu yayın organında "Cumhuriyet rejimi, cinayet işleyen suçlular yaratıyor." demiş.

Sanki padişahlık varken hiç cinayet işlenmiyordu.

Bu pespaye tipler, tarikat yurtlarında çocuklara tecavüz edilirken bir şey demiyorlardı.

Bir şeyh, müritlerini kadın erkek ayırmadan badelerken de bir şey demiyordu.

Küçüğün rızası varmış veya bir kereden bir şey olmaz diyen ahlaksızlara da bir şey demiyordu.

Şimdi bir olayı Cumhuriyet rejimine yıkmaya çalışıyorlar.

Halbuki suçun kimde olduğunu gayet iyi biliyorlar.

Zaten bu yüzden, hedef saptırmak için böyle saçma sapan şeyler söylüyorlar.

Kardeşim, Cumhuriyet suçu önlemek için jandarma ve polis teşkilatı kurmuş.

Mahkemeler kurmuş.

Savcılar, hakimler yetiştirmiş.

Ama Cumhuriyetin kurduğu bu kurumların elinden hiçbir şey gelmiyor.

Çünkü kanunları yapan siyasetçiler sorumsuz.

Kanunlar masumları değil suçluları koruyor.

Bu hükümet zamanında kanunlar iyice bozuldu.

Zırt pırt infaz kanununda yargı reformu adı altında değişiklikler yapıldı.

AB müktesebatına uyum adı altında kanunlar zayıflatıldı.

Cezaların caydırıcılığı kalmadı.

Bu sebeple suçlular, birçok suçtan 3-5 yıl ceza ile yırtıyorlar.

Bu cezalar da infaz kanununda yapılan değişiklikler sebebiyle çekilmiyor.

Ceza alan suçlular, hapse hiç girmeden serbest bırakılıyor.

Örnek mi istersiniz.

Polisimizi şehit eden katilin suç geçmişine bakın.

İşlediği suçlardan ceza alıp hapis yatsaydı, bu gün hapiste olacaktı.

Polisimizi de şehit edemeyecekti.

İtlerin ak cinsinden olan tayfa bunu görmüyor, 26 tane sabıkası olan kişi nasıl dışarda dolaşabiliyor diye sormuyor, sonra Cumhuriyet rejimi suçlu yaratıyor diye saçmalıyor.

Allah akıl fikir versin.

Polis memurumuzu şehit eden katil bunu neden yaptı?

 Cevap çok basit: Çünkü içeri girse de kısa süre sonra tekrar dışarı çıkacağını biliyordu.

Zaten bu güne kadar hep öyle olmuştu.

Katilin bir sürü suç geçmişi var.

Yemediği halt kalmamış.

Üstelik henüz 19 yaşında.

Her suçtan bir sebeple ve bir şekilde yırtmış.

Hal böyle olunca, adam suç işlemekten neden çekinsin ki?

Aslında bu tür olaylar hep oluyor.

Ama nedense herkes polisi, jandarmayı veya hakimleri suçluyor.

Halbuki onların hiçbir suçu yok. Suç onların uygulamak zorunda kaldığı kanunları çıkaran siyasetçilerde.

Elbette en büyük suç da 20 küsur senedir bu ülkeyi yöneten hükümette.

Kanunlar caydırıcı olmadıkça suç oranı daha da artacaktır.


Sinan Ateş cinayetinde yeni gelişme.

 Rahmetli Sinan'ı, sokak ortasında bir uyuşturucu satıcısına vurdurdular.

Kime, ne mesaj verdiler bilmiyorum.

Ama olayın içinde uyuşturucu kaçakçılığı, polis, siyaset, rüşvet, Ülkü Ocakları filan karışmış gibi görünüyor.

Bu olayın arkasındaki kişiler, yakayı kurtarmak için her türlü numarayı yaptılar.

Tutanaklar yeniden düzenlendi, ifadeler tek ağızdan yazılmış gibi düzenlendi filan.

Ama bununla da yetinmediler.

Vicdansızlıkta sınırları aştılar.

Tetikçi katile ifadesinde, Sinan'ın ayaklarına ateş ettiğini, vücuduna gelen kurşunu kendisinin atmadığını ve onu öldüren kurşunu yanındaki akrabasının attığını söylettiler.

Sonra da bunu bir komplo teorisi gizemi altında propaganda malzemesi olarak kullandılar.

Ama, yalancının mumu yatsıya kadar yanar demişler.

Yine öyle oldu.

Bu gün mahkemeye ölüm raporu sunuldu.

Sinan Ateş'i tetikçi Eray Özyağcı'nın silahından çıkan kurşunlar öldürmüş.

Olay yerinde, saldırganların kullandığı silahlara ait 46 kovan bulunmuş.

Sinan'ın vücuduna 5 kurşun isabet etmiş.

Bunların 4'ü öldürücü bölgelere denk gelmiş.

Güneş balçıkla sıvanmaz.

Her yalan bir gün mutlaka ortaya çıkar.

Bu tiyatronun kuklacıları şimdi ne yapacak?

Merakla bekliyorum.

Ne yaparsa yapsınlar.

Bir gün devran dönecek.

Asıl tiyatroyu o zaman seyredeceğiz.

Ekonomi iyiye gidiyor, enflasyon düştü ama fiyatlar artıyor.

 Maliye Bakanı Mehmet Şimşek , birkaç gün önce bir televizyon programına çıktı.

Ekonominin son durumunu anlattı.

O anlattıkça söylediklerine inanasım gelmedi.

Ama umut dünyası, yine de sanki yüreğime su serpilmiş gibi oldu.

Merkez Bankası'nın döviz rezervi artmış.

Uluslararası Para Kurumu ve değerlendirme kuruluşları Türkiye'nin puanını yükseltiyormuş.

Bütçe açığı azalmış.

Falan, filan.

Söylediklerinin en önemlisi de enflasyonun düşüşe geçmesiydi.

Bunu duyunca çok sevindim.

Emekli biri olarak enflasyon karşısında eriyen maaşımla gün geçtikçe daha da zor geçinmeye başlamıştım.

Enflasyon hükümete göre zaten hep gerçek hayattakine göre daha düşük.

Ama öyle de olsa bir düşüş sabit gelirliler için her zaman iyidir.

Bu rahatlama ile bir-iki günü rahat geçirdim.

Ta ki bu gün su sipariş edene kadar.

Telefon ettiğim firma beni ikaz etti.

"Abi, suya zam geldi, haberin olsun." dedi.

95 lira olan su Cuma günü 105 lira olmuş.

Yüzde 15-16 zam gelmiş yani.

Bu yıl içinde gelen zamları da düşününce resmi enflasyonun masal olduğu ortada.

Ama bakan ekonomi iyiye gidiyor, enflasyon düşüyor dedikten sonra bunun tam tersi olduğunu görünce moralim bozuldu.

Bence bakan bir daha televizyonlara çıkıp herhangi bir açıklama yapmasın.

Çünkü o açıklama yapar yapmaz, birileri onu yalancı çıkaracak bir zam yapıyor.

Konuşmasın daha iyi.

Belki zam yapmayı durdururlar.

23 Eylül 2024 Pazartesi

Doğada dımdızlak.

 Bir televizyon kanalında, "Doğada dımdızlak" adında bir program gösteriliyor.

Bir erkek ve bir kadın (bazen birden çok erkek ve kadın da olabiliyor) anadan üryan, yani çırıl çıplak doğada bırakılıyor.

Elbette acil müdahale için yanlarında sağlık görevlileri ve çekimler için kameramanlar bulunuyor ama görünüşte bunlar yarışmacılara müdahale veya yardım etmiyor.

Konsept şu: Avcı toplayıcı dönemdeki gibi yaşayarak bu iki kişinin belli bir süre doğada kalması gerekiyor.

Suyu doğal kaynaklardan kendileri elde ediyor.

Yiyeceklerini çevredeki bitlilerden topladıkları meyvelerle ve yapabiliyorlarsa avladıkları hayvanlarla temin ediyorlar.

Barınaklarını kendileri yapıyorlar.

Buraya kadar sorun yok.

Anlayamadığım bunların neden çırılçıplak oldukları.

Afrika'daki en ilkel kabileler bile en azından altlarına bir don giymeyi başarıyorlar.

Çoğunun da ayağında, ayakkabı olmasa bile sandalet gibi bir şeyler var.

Neden bunların yok?

Bir de geceleri soğuk olduğundan bu birbirini hiç tanımayan çıplan erkek ve kadın birbirlerine sarılıp yatıyor.

Amaç ne anlamış değilim?

Doğada hayatta kalma yarışması mı yoksa erotik bir gösteri mi?

Yabancıların çektiği bu program bizim kanallarda da rahatça gösteriliyor.

Ota boka ahlaksızlık deyip gürültü çıkaran tarikatlar, cemaatler, muhafazakarlar, siyasal İslamcılar, buna neden bir şey demiyor bilemiyorum.

Onlara dokunan bir şey olmadığından mı acaba?



Gündemde neden anayasa değişikliği var?

Çiftçiler, bu yıl hem verim alamadılar hem de ürünlerini iyi fiyatlara satamadılar.

Bu yüzden kan ağlıyorlar.

Memurlar, temmuzda yeterince zam alamadıklarından yakınıyor.

Emeklilerin durumu ise tamamen içler acısı.

Memurlara verilen seyyanen zammı alamadıklarından memur ve emekli maaşları arasındaki makas çok açıldı.

Böylece, emekli maaşları reel olarak çok fazla düştü.

Örneğin emekli bir albay 2013 senesinde yarbay maaşına yakın bir maaş alırken şimdi teğmenden az maaş alıyor.

Diğer emeklilerde de durum aynı.

Bu yüzden, emeklilerin çoğu açlık sınırının altında maaş alıyor.

Kalanların çoğunun maaşı da fakirlik sınırının altında.

Öte yandan enflasyon da çok yüksek.

Maliye bakanı pembe tablolar çizse de, her şeye her gün zam gelip duruyor.

Fakat bunlar dert değilmiş gibi hükümet son günlerde sürekli olarak anayasa değişikliğini gündeme getiriyor.

1980'de askeri darbesinden sonra yapılan anayasanın yürürlükten kaldırılması ve demokratik bir anayasa getirilmesi gerektiğini söyleyip duruyor.

Bu söylem, bana çok inandırıcı gelmiyor.

Çünkü anayasa dersi okudum.

80 anayasasının nasıl bir anayasa olduğundan da haberim var.

Bu sebeple, bu günkü anayasanın 80 anayasası ile neredeyse hiçbir alakası olmadığını gayet iyi biliyorum.

1983 tarihinden beri, o anayasanın büyük bir kısmı değiştirildi.

Bu değişiklikler, seçimle iktidara gelen sivil hükümetlerin çabası ve yine seçilmiş milletvekillerinden oluşan parlemento tarafından yapıldı.

Çoğu değişiklik de bu hükümet zamanında yapıldı.

Hatta bir halk oylaması ile devletin yönetim sistemi ve rejimi bile değiştirildi.

Parlamenter demokrasiden Türk tipi (her ne demekse) başkanlık sistemine geçildi.

Ama buna rağmen, bu gerçekler göz ardı ediliyor.

Sanki ülkenin tek sorunu anayasa imiş gibi sürekli anayasa değişikliği gündemde tutuluyor.

Madem bu konu o kadar önemliydi, neden şimdiye kadar yapılmadı?

Hem hükümet daha önceki yıllarda bu güne göre çok daha fazla halk desteğine sahipti.

Parlemento desteğinin daha fazla olduğu dönemler de vardı.

O zaman anayasa değişikliği gündeme getirilebilirdi.

20 küsur senelik iktidardan sonra bu gün mü akıllarına geldi yeni anayasa.

Ben hükümet ve ortaklarının samimiyetine inanmıyorum.

Bu işin içinde bir başka iş olduğunu düşünüyorum.

Hele de, milliyetçi bir partinin lideri tarafından, bir terör örgütünün siyasi ayağı olduğu söylenen bir parti liderinin eli meydanlarda hararetle havaya kaldırıldığından, iyice kıllanıyorum.

Çünkü eli kaldırılan o parti lideri, açık açık millete hakaret edip ahmaklıkla itham ediyor.

Anayasanın değiştirilemez maddelerinden biri olan 4. maddesinin değiştirilmesini istediklerini ekranlar karşısında çekinmeden söylüyor.

Bence bu işin içinde mutlaka bir iş var.

Bir bit yeniği var.

Uyanık olmak lazım.

Benden söylemesi.

22 Eylül 2024 Pazar

Zenginliği hiçe sayarak ondan daha fazlasını elde etmek mümkün mü?

 Vishnuşarman'ın Pançatantra (Beş Yöntem) isimli kitabını okuyorum. Daha birinci sayfada Zengin bir adamın gece yatağında yatarken aklına "İnsan zenginliği hiçe sayarak ondan daha fazlasını elde etmenin yollarını araştırmalı." diye bir düşünce geldiğinden bahsediyor.

Yazar bundan sonra zenginliğin olumlu yönlerini anlatır. Ama zengin olanların çoğunun hile ile bunu başardığından bahseder. Sonuç olarak zenginliğe alternatif başka hususlardan da bahseder ve erdemli olmayı kutsar.

Yazar Hindistan'da yaşadığı için yazdıkları da Hindistan'daki dini inançların, sosyolojinin ve kültürün izlerini taşır. Ancak benzer bir yaklaşım geçmişte Anadolu'da ve Yunanistan'da da önemli bir akım haline gelebilmiştir. Antik dönem kinikleri ve özellikle Epiktotes mahrum ol, kurtul, mutlu ol şeklinde özetlenen felsefesiyle zenginliğe alternatif aramaktan da öteye giderek zenginliği kurtulmak gereken bir sorun olarak görmüştür. Zenginlikten, mal-mülk sahibi olmaktan kurtulmadan insan gerçekten mutlu olamaz.

Benzer bir anlayış bizdeki Selçuklu dönemi dervişlerinin söylemlerinde de görülür. Yunus Emre'nin dergaha kabul edilmek için yemek için aldığı buğdaydan bile vazgeçmesi gerekmiştir. Anadolu dervişleri malsız, mülksüz ve hatta herhangi bir yere ait olmadan dolaşıp durmuşlar, erdemli insan olmayı, mutlu olmayı aramışlardır.

Bu tür hususlar popüler kültürde hep övülen ve örnek gösterilen şeyler olmuştur. Hatta günümüzde bile geçmişte bu şekilde yaşamış insanlar derviş, ermiş vb. olarak tanımlanır ve kutsanır. Ama bu sadece idealize edilmiş bir durumdur ve gerçek yaşamda bu gün takip edilmesi neredeyse imkansız bir yoldur.

Çünkü felsefeyi de, sosyolojiyi de içinde yaşanılan zaman ve koşullar belirler. Günümüzdeki dünyaya hakim olan kapitalist sistemde parası olmayan bir insanın mutlu olması mümkün değildir. İster erdemli olsun ister başka bir şey olsun fark etmez. En azından yeterince parası olmayan biri erdemli bile olamaz. 

Her ay elektrik, su ve doğalgaz parası vermek zorunda olan biri para olmazsa ilk önce erdemini kaybeder. Dahası da var. Çocuklarını okutamaz mesela. Yakınlarını arayıp hal hatır soramaz. Yakınlarının düğününe bile gidemez. Çeyrek altının fiyatı hızla artarken hangi erdemli insan yakınlarının düğününe gidebilir. 

Açlıktan ölür parası olmayan. Çünkü yardımlaşma kültürü aşınmış ve hatta yok olmuştur günümüzde. Kapitalizmde acıma duygusu da körelmiştir. Yıllarca okuyup profesör olan biri eğitim almamış ama çok zengin olmuş bir çocukluk arkadaşı ile karşılaşınca ne hisseder. Ben çok bilgiliyim diye mutlu hisseder mi? Hele de çocuklarını okutmak için para lazım olduğunda emekli olduğu halde çalışması gerekiyorsa ne hisseder? 

İlk okulda yanında oturan ve en basit matematik problemini bile çözemeyen fakat şimdi zengin olan arkadaşından firmasında çalışmak için iş istediğinde erdem ne işe yarar? Bence Zenginliği hiçe sayarak ondan daha fazlasını elde etmek, zengin olmayan biri için mümkün değildir. Bunu yapabilmek için bile yani zenginliği hiçe saymak için bile zengin olmak lazım.

History Channel Yahudi Propagandası Mı Yapıyor?

 Tarihe meraklı olduğumdan gerek Türk "T" (tarih) kanalını gerek yabancı "H" (History) kanalını çok seyrediyorum.

Bir süredir H kanalında bir şey dikkatimi çekiyor.

Neredeyse tüm programlar 2. Dünya Savaşı ile ilgili.

Hitler'in yaptıkları, NAZİ sığınakları, NAZİ uygulamaları filan derken konu hep NAZİ'ler üzerinde dönüp dolaşıyor.

Eskiden de NAZİ'ler ve Hitler hakkında programlar gösterilirdi ama son zamanlarda bu tür programların kanala hakim hale gelmesi bende şüphe uyandırdı.

Yahudilerin soykırıma uğratıldığı bir dönem ve bundan sorumlu olanların gece gündüz sürekli ekranlara taşınması bir propaganda faaliyeti mi diye kendi kendime soruyorum.

Çünkü bu durum, GAZZE savaşından sonra ortaya çıkmış gibi görünüyor.

İsrail saldırganlıkta zirveleri zorladıkça, on binlerce masum sivili, çoluk çocuğu öldürdükçe ve uluslararası hukuku hiçe sayan saldırlar yaptıkça, Hitler ve dönemi ile ilgili programlar artıyor.

En azından bana öyle geliyor.

Bu ne işe yarayacak derseniz söyleyeyim.

Dolaylı yönden insanların beyinlerine bir mesaj gönderiliyor.

"Soykırıma uğramış zavallı Yahudi" mesajı tekrarlanıp duruyor.

Sanki "Evet İsrail kanun kitap dinlemiyor ama buna hakkı var. Çünkü Yahudiler büyük soykırımına uğradı ve bu durum tekrar başlarına gelmesin diye uğraşıyor. Biraz ileri gitseler de yaptıklarında makul bir sebep var. " mesajı verilmek isteniyor.

Yani, H kanalı İsrail propagandası yapıyor.

Son zamanlardaki yayınları, bana bunu düşündürtüyor.