.quickedit {display:none;} .quickedit {display:none;}

12 Eylül 2024 Perşembe

Bizde başarılı olanı sevmezler.

 İzlanda maçını seyrettim.

Türkiye iyi bir oyunla 3-1 kazandı.

Normalde başka ülkelerde böyle bir sonuç alınınca ne yaparlar?

Galibiyeti doya doya kutlarlar.

Takımları ve oyuncularla gurur duyarlar.

Bizde ne oluyor?

Bu şekilde tepki gösterenler var.

Ama bir kesim var ki sanki galibiyetten rahatsız oluşlar gibi davranıyorlar.

Keşke yenilseydik de oyuncuları yerden yere vuralım diye bekliyorlardı herhalde.

Hayal kırıklığına uğramış gibiler.

O da yetmezmiş gibi maçın en iyi oyuncularına çamur atmaya çalışıyorlar.

Örneğin Arda hakkında ileri geri konuşuyorlar.

Hiç iyi oynamadı diyorlar.

Arda'nın balon olduğunu iddia ediyorlar.

Halbuki çocuk, genç yaşına rağmen çok iyi oynadı.

Üç golün birinin asistini o yaptı.

Diğer bir gölü de sol açığa nokta atışıyla göndererek gölü hazırladı.

Maçın tamamında elinden geleni yaptı.

Sadece ileride oynamadı.

Defansa da yardım etti.

Ama bazı çok bilmişler hala yaygara koparıyorlar.

Yahu adam Real Madrid'te oynuyor.

Real Madrit bırakın maça çıkarmayı, iyi futbolcu olmayan bir çocuğu milyonlarca euro verip alır mı?

Sizin bu hayatta ne başarınız var?

Hiç bir futbol takımında oynadınız mı?

Hatta ayağınıza top değdi mi?

Hayır.

Eeee?...

O zaman neden çamur atıyorsunuz.

Kendi başarısızlıklarınızı gizlemeye çalışıyorsanız yapmayın.

Gizleyemiyorsunuz.

Hiç olmazsa daha uzun yıllar futbol oynayacak olan, Türkiye'yi Avrupa'da temsil edecek olan, milli takımımızın gelecekteki zaferlerine imza atacak olan böyle bir yeteneğin moralini bozmayın.

Kendinize iyi yapabileceğiniz bir iş bulun.

Sıkı çalışın.

Başarılı olun.

Başarılı insanlarla uğraşmayı bırakın.

Basın Yine Yargıç Kürsüsüne Oturdu

 Narin kızımız kaybolduğundan beri basın konuya yakın ilgi gösterdi.

Bu iyi bir şey.

Konunun üstünün kapanması önlenmiş oldu böylece.

Ama basın, görevini aşan şeyler yapıyor.

Her gün televizyon kanallarında, bir sürü kişi dedektif gibi olayı inceliyor.

Her öğrendikleri şeyden anlam çıkarıp suçlular buluyor, bunları yargılıyor ve yerin dibine sokuyor.

Örneğin Narin'in amcasının arabasında DNA bulununca ve bir de birisi itirafçı olup cesedi Amca'dan alıp dere kenarına sakladığını söyleyince iş iyice zıvanadan çıktı.

Amca'nın Narin'in annesi ile yasak ilişki yaşadığını, Narin'in bunu gördüğünü ve Amca tarafından öldürüldüğünü söylediler.

Hatta Narin'in Amca'dan olduğunu bile iddia ettiler.

Halbuki bu gün ortaya çıktı ki genetik testlere göre Narin amcasından değil babasındanmış.

Basın hiçbir delile dayanmadan anne ve amcayı yargıladı ve karar verdi ama söylediklerinin doğru olmadığı ortaya çıktı.

Nitekim Narin'in tutuklu olmayan abisinin annesi, babası, amcası ve kardeşi hakkında hiçbir şey bilmeyen kişilerce yapılan bu tür yorumların kendilerini incittiğini söylemek zorunda kaldı.

"Bekleyin. Türk devletinden gizli hiçbir şey kalmaz. Sonuç kesinleşmeden bu tür tahminlerle bizi rencide etmeyin." mealinde bir şeyler söylemiş.

Aklıma kumpas davalarında yargılandığımız dönemler aklıma geldi.

Basının FETÖ iftiralarıyla nasıl tetikçilik yaptığı aklıma geldi.

Çocuğa hak verdim.

Basın insanları yargılamamalı.

Bilgi vermeli.

Uzman diye lanse ettiği kişilerin senaryolarını gerçekmiş gibi anlatmamalı.

Basın yargıç değildir.

Herkes kendi işiyle ilgili konularda konuşsa daha iyi olur.

 Ülke tımarhaneye döndü.

Askerliğini kısa dönem olarak yapanlar, sanki askerlik uzmanıymış gibi askeri konularda ahkam kesiyor.

Bir emekli korgenerale televizyon ekranlarında sıfır buçuklu oy alan bir siyasi parti lideri askeri konular konuşulurken "Sen bu işlerden anlamazsın?" mealinde bir şey söyledi.

Ateistler ve deistler İslam dinini anlatıyor.

Hem de Kuran'ı Kerim'den örnekler vererek.

Bu günlerde bu tuhaflığa yeni bir şey eklendi.

Eski Genelkurmay Başkanı ve Milli Savunma Bakanı, insanlara eğitim hakkında ahkam kesmeye başladı.

Üstelik eğitim ve din kavramlarını bir arada telaffuz ederek bunu yaptı.

Çocuklarımıza okullarda öncelikle Allah korkusu öğretilmeli dedi.

Allah sevgisi değil Allah korkusu.

Din işlerimizin en üst kademesinde bulunan şahıs, din adamı olmasına rağmen minbere kılıçla çıkıp birilerine siyasi mesajlar gönderdi.

Ama millete sureleri Arapça okuyun, Türkçe değil, aslolan Arapçasıdır diyen bu şahsın Arapça bilmediği ortaya çıktı.

Akademik hayatı yabancı kaynakları incelemekle geçti (hep Hristiyanlık çalışmış kendisi) denilmesine rağmen İngilizce konuşmaya kalktığında İngilizce de bilmediği anlaşıldı.

İnsanlar neden bilmedikleri konularda konuşuyor anlamıyorum.

Çünkü ister istemez saçmalıyorlar.

Halbuki herkes kendi konusuyla ilgili hususlarda fikir beyan etse, belki insanlara faydalı bir şeyler öğretebilirler.

Eğer kendi konularını biliyorlarsa tabii ki....

Narik kızımızın katili veya katilleri kim?

 Narin kızımızın cinayete kurban gittiğinin kesinleşmesinden sonra ilginç gelişmeler yaşandı.

Amca arabasında bulunan DNA sebebiyle baş şüpheliydi.

Bazıları katilin abi de olabileceğini iddia etti.

Sonra bir itirafçı ortaya çıktı.

Bu şahıs amcanın yakın arkadaşı.

İfadesine göre Amca Narin'in cesedini saklaması için kendisine vermiş.

O da gidip dere kenarına saklamış.

Yer keşfi yapıldı ve şahıs cenazenin bulunduğu yere gitti.

Bu durum doğru söylediğine yoruldu.

Ama o da ifadelerinde çelişkili şeyler söylemeye başladı.

Önce para karşılığı cenazeyi sakladığını ve cenazeyi yolda alıp hemen dere kenarına gittiğini söylemişti.

Sonra amcanın Narin'i öldürdüğünü söylediğini iddia etti.

Daha sonra da cenazeyi alınca önce kendi evine götürdüğünü, sonra dere kenarına sakladığını söyledi.

Amca da itirafçının yalan söylediğini, muhtemelen Narin'i öldürdüğü için suçu onun üzerine atmaya çalıştığını söyledi.

Bu ifadelerle ortalık tekrar karıştı.

Dün amcayı kesin katil ilan edenler bu gün o kadar emin değiller.

Ama güvenlik güçleri bunlara aldırmadan dikkatle çalışıyor.

Ellerinde somut kanıtlar da vardır.

Yarın dava açılacağı söyleniyor.

Muhtemelen yarın durum biraz daha netleşecektir.

Yeni yeni ifade verenlerin ortaya çıkması da davanın gelişmesini hızlandıracaktır.

Umarın bir şey bilen herkes gidip güvenlik güçlerine bildiklerini anlatır.

Daha hayatının baharında olan küçük bir çocuğu acımasızca katledenlerin mutlaka cezalarını görmesi gerekir.

Eğer ceza görmezlerse, bu şahıslar toplum için tehdit teşkil etmeye devam edecektir.

Karnınız ağrınca doktora gidin. Gazdır filan diye oyalanmayın.

 Bir süredir bir karın ağrısı çekiyorum.

Bağırsak hareketleri ve gaz artışı olduğundan mide veya bağırsaklarımda bir düzensizlik var diye ihmal edip duruyorum.

İhmalimin bir sebebi de ağrının sürekli olmayışı.

Bazen ağrı filan kalmıyor.

Ancak ağrı bir türlü geçmeyince bir hastaneden randevu oldum.

Bu gün sabah erken kalkıp hastaneye gittim.

Doktora sorunumu anlattım.

Dikkatle dinledikten sonra muayene etti.

Bir zamanlar reflü geçirmiştim ama sonra geçmişti.

Doktor reflüye sebep olan kas bölgesinde ağrı tarif ettiğimi ayrıca gastrit tanısı konulabilecek şikayetlerim de olduğunu söyledi.

"Ailede kanser hikayesi var mı?" diye sordu.

Olmadığını söyledim.

50 yaştan sonra 5 yılda bir endoskopi ve kolonoskopi yapmanın uygun olacağını söyleyince tamam dedim.

Doktor bunlar için randevu almamı, ayrıca rontgene gidip karın rontgeni kontrolü yaptırmamı söyledi.

Gidip randevu aldım.

Oradan da rontgene gittim.

Görevli doktor detaylı bir incelemeden sonra safra kesemde taş olduğunu söyledi.

Başka bir sorun yokmuş.

Ağı yapıp yapmadığını sordum, yaptığını söyledi.

Benim bir türlü tanımlayamadığım ağrılarımın sebebinin muhtemelen bu taştan kaynaklandığını düşündüm.

Ama endoskopi ve kolonoskopi için randevum geldiğinde gideceğim.

Doktorla bu taş olayını da konuşacağım.

İlk araştırmalarıma göre muhtemelen bir operasyon gerekecek.

Siz siz olun, karın ağrılarınızı ihmal etmeyin.

Beklemediğiniz şeyler çıkabilir.

9 Eylül 2024 Pazartesi

Narin kızımızın ölümünün ortaya çıkardığı sosyal problemler

 Daha 8 yaşında, hayatının baharındaki küçücük bir kız 21 Ağustos'ta ortadan kayboldu.

O günden sonra yüzlerce görevli kızı köy çevresinde aramaya başladı.

Bu arada güvenlik güçleri de bazı sorgulamalar ve araştırmalar yaptı.

Buradan sızan bilgiler ve köyden alınan haberler günlerdir televizyonlarda tartışılıyor.

19 gün aradan sonra Narin'in cenazesi gizlenmiş olduğu nehir kenarında bulundu.

Herkesin yüreğine ateş düştü.

Bir yandan da yeni gelişmeler oldu.

Narin'in ablasının da daha önce merdivenden düşerek öldüğü anlaşıldı.

Bunun da şaibeli olduğu yönünde yorumlar yapıldı.

Derken bir kişi itirafçı oldu ve Narin'in cesedini kendisinin gizlediğini söyledi.

Cesedi kendisine kızın amcası vermiş.

Beraber bir çuvala koymuşlar.

Çuvalı alan itirafçı, 200 bin lira karşılığında cenazeyi gizlemiş.

Amcanın karışık ilişkileri olduğuna dair bir sürü şey söyleniyor.

Kızın abilerinden birinin uyuşturucu kullandığı ve köpeklere tacizde bulunduğu anlaşılıyor.

Kızın nasıl öldürüldüğü henüz net değil.

Ama aile içinde birden fazla kişinin katılımı olduğu üzerinde duruluyor.

Küçücük bir çocuk öldü, muhtemelen bunun nasıl olduğunu annasi, babası ve birçok akrabası da biliyor.

Ama kimse konuşmuyor.

Aile bağları bahane edilerek, küçücük bir çocuğa karşı işlenen cinayet gizleniyor.

Bir de bunları çoğu dindar görünen insanlar.

Örneğin çocuğu dereye götürüp 200 bin lira karşılığında gizleyen şahıs, oradan evine dönüp abdest aldığını ve vakit namazını kıldığını söylüyor.

Anlaşılan o ki, din mevcut algılanma şekli ile olumlu bir şey yaratmıyor insanların üzerinde.

Din sadece ritüel olarak anlaşıldığından ahlak geri plana düşüyor.

Bu durumdan kimse de bir ders çıkarmıyor.

Ülkede sosyoloji araştırmaları yapılıp sorunların çözümü için plan yapan filan yok.

Dinin doğru anlatılması ile görevli devlet kurumu demek ki görevini yapmıyor.

Diyanet işleri başkanı bunun gibi sorunlarla uğraşacağına kılıçla minbere çıkıp siyasi mesajlar vermekle uğraşıyor.

Hal böyle olunca da bu ülkede hiçbir şey değişmiyor.

Cübbeli Ahmet Hoca'ya Yapılan Saldırının Arkasında Kimler Var?

 Kamuoyunda Cübbeli Ahmet Hoca diye bilinen Ahmet Mahmut Ünlü, dün bir şahsın saldırısına uğramış.

Cübbeli Hoca bir derneğin daveti üzerine sohbete gitmiş.

Sohbet edilip namaz kılındıktan sonra dışarı çıkan Hoca, kalabalığı yararak gelen ve küfürler savuran biri tarafından saldırıya uğramış.

Şahıs Hoca'nın boğazına sarılmış.

Hoca'nın ifadesine göre saldırganın elleri çok kuvvetliymiş.

Polisin kendisine verdiği bilgiye göre şahıs IŞİD mensubu bir Selefi imiş.

Ben bunu öğrendiğimde çok şaşırmadım.

Çünkü tarikat, cemaat ve diğer dini gruplara mensup insanların en çok nefret ettikleri kişilerin rakip cemaat, tarikat ve dini gruplara mensup insanlar olduğunu biliyorum.

Daha küçük bir çocukken yaşadığım yerde Süleymancılar ve Nurcuların birbirlerine ne kadar düşman olduklarını görüyordum.

Hatta bir cuma namazında Nurcu olan imam ile Süleymancı olan müezzinin camide bağıra çağıra ağız dalaşına girdiğinde, ben de namaz kılmak için camideydim.

Hükümet ve bazı kesimler bu cemaat, tarikat ve diğer dini grupları sağlıklı olarak değerlendiremiyor maalesef.

Önce FETÖ'ye mensup kişileri alnı secdeye giden kişiden zarar gelmez diye tüm devlet kademelerine kendi elleri ile getirdiler, sonra bu örgüt darbe yapınca uyandılar.

Ama sanki bu tür tehlikeler sadece FETO'den gelir gibi diğer tarikat, cemaat ve dini gruplara dokunmadılar.

Hatta FETO'dan boşalan yerlere diğerlerini yerleştirdiler.

Yakın zaman önce herkeste alarm zillerinin çalmasını gerektiren yeni bir olay yaşandı.

Diyarbakırlı Ramazan Hoca diye biri öldürüldü.

Öldüren kişinin bir dini grubun toplantılarına katıldığı, onlarla ilişkisi olduğu yazılıp çizildi ama o gruba kimse dokunmadı.

Herifler hala faaliyetlerine devam ediyor.

Şimdi de sıra Cübbeli Ahmet Hoca'ya geldi.

Ortada IŞİD ismi geçiyor ama şu anda olayın arkasında kimin olduğu net değil.

Malum, Cübbeli bir süre önce eski tarikatı ile bağları kopardı.

Karşılıklı ağız dalaşı yaşandı aralarında.

Acaba saldırının arkasında bu tarikat olabilir mi?

Araştırılması şart.

Çünkü bu günlerde bir kişiyi suçlamak veya suçu başka yöne kanalize etmek çok kolay.

Birine FETÖ'cü veya IŞİD'çi dedin mi herkes inanıyor.

İnanmasabile ona göre işlem yapılıyor.

Bence olay çok yönlü olarak araştırılmalı.

En önemlisi de, bu tarikatlar, cemaatlar ve diğer dini gruplar kontrol altına alınmalı.

Unutmamak lazım ki bu gün Afganistan'da yaşanan katliamlar Kafir Amerikalılar gitmesine rağmen devam ediyor.

Sebebi ise TALİBAN ile diğer dini gruplar arasındaki etkinlik mücadelesi.

Eğer Türkiye, gelecekte tarikat, cemaat ve diğer dini gruplardan kaynaklanan yaygın ve organize bir çatışma ortamına sürüklenmesin isteniyorsa, bunların kontrolü, denetimi, suç teşkil eden eylemlerde bulunanların cezalandırılması ve kapatılması şart.

Benden söylemesi.


Memlekette Her Konuda Ahkam Kesen Ama Hiçbir Şeyden Haberi Olmayan Bir Sürü Ahmak Var

 30 Ağustos'ta teğmenler kılıç çekme töreni yaptılar.

Sanki ilk defa yapılıyormuş gibi bir sürü tip ahkam kesmeye başladı.

Bunlarla ilgili düşüncelerimi daha önceki yazılarımda anlatmıştım.

Bu gün sosyal medyada, bu konu ile ilgili bir paylaşımın altındaki yorumlara baktım.

Bir sürü saçma sapan yorum yapan var. 

Ama bana en yavşakça ve salakça gelen bir tanesi özellikle dikkatimi çekti.

Herif diyor ki: "Sen Mustafa Kemal'in askeriyim dersen birileri de çıkıp biz de Fatih'in askeriyiz derse ne olacak?"

"Ulan geri zekalı, ulan ahmak, Fatih artık tarihe karışan Osmanlı İmparatorluğu'nun bir padişahıydı, şu anda yaşadığın devlet olan ve kurucusu Mustafa Kemal Atatürk olan Türkiye Cumhuriyeti ile hiçbir alakası yoktu." demek geçti içimden. 

Ama hiçbir cevap yazmadım.

Çünkü bırakın bu gün, Fatih'in oğlu II. Beyazıt döneminde bile biri çıkıp "Ben Fatih'in askeriyim." diyemezdi. Muhtemelen kafasını keserlerdi.

Cahil takımının sandığının aksine, Fatih Osmanlı devletini bir imparatorluk yapmış ancak bunu yaparken birçok çevrenin de nefretini kazanmıştı. Çok sayıda askeri sefer, İstanbul'un alınmasından sonra orduda ve devlet sisteminde yapılan reformlar, başkentte yapılan inşaat faaliyetleri çok paraya ihtiyaç duyulmasına sebep olmuş ve bu sebeple vergiler artırılmıştı. Ayrıca, devleti sömüren asalaklar konumundaki bazı dini grupların vakıflarına ve mallarına el konulmuştu. Şeri hukuk konusundaki otorite olan kazaskerlerin yetkileri de sınırlanmıştı. Devlet merkezileştirildiğinden eskiden rahatça düdüğünü öttürenler artık öttüremiyordu. Fatih bu reformları yaparken Konya'daki oğlu Cem kendisini desteklemiş, Amasya'daki Beyazıt ise onun koyduğu kuralları uygulamamıştı.

Bu yüzden Amasya, dinci grupların, tarikatların, cemaatlerin ve diğer Fatih muhaliflerinin merkezi olmuştu. Bu sayede Beyazıt büyük bir destekçi kitlesi kazanmış ve Fatih ölünce Cem'e karşı iktidar mücadelesini kazanmıştı.

Yani, sanılanın aksine o zamanlar dinci takımı Fatih'i pek sevmezdi.

Nitekim Peygamberimizin hadislerinde övdüğü İstanbul fatihi Fatih Sultan Mehmet hakkında ölümünden sonra dini çevreler herhangi bir övücü söz ifade etmezken gençliğinde afyon içen oğlu II. Beyazıt'ı veli ilan etmiştir.

Dolayısıyla Beyazıt döneminde biri çıkıp "Ben Fatih'in askeriyim deseydi, Fatih'in kendi yerine geçmesinin daha uygun olduğunu söylediği Cem Sultan'ın taraftarı diye bu kişinin kellesi giderdi.

CHP'de Başkanlık Adayı Yarışında İmamoğlu Parlatılıp Yavaş Ekarte Edilmeye Mi Çalışılıyor?

 CHP'nin tüzük kurultayı yapıldı.

Haberleri izlerken tuhaf bir durumla karşılaştım.

Kurultay'da İmamoğlu uzun bir konuşma yapıp ülke sorunlarını tek tek sayarken Yavaş böyle detaylı bir konuşma yapmadı.

Sebebini de kürsüde kendisi açıkladı.

Meğer İmamoğlu'na konuşma yapacağı çok önceden haber verilirken Yavaş'a konuşacağı bir iki saat önce haber verilmiş.

Dolayısıyla o da, detaylı bir konuşma metni hazırlayamamış.

Konuşmasında böyle bir hatanın CHP gibi köklü bir partiye yakışmadığını söyleyerek serzenişte bulundu.

Muhtemelen muhalefete bir koz vermemek ve sanki bir iç çekişme varmış algısı yaratmamak için bu kadar kontrollü bir eleştiride bulundu.

Bunu hata diye ifade etti.

Ama herkes bilir ki siyasette hiçbir şey hatayla yapılmaz.

Hata gibi gösterilse de her eylemin bir amacı vardır.

Bu durumu görünce bende oluşan intiba şudur: 

CHP içinde birileri, yakın bir tarihte yapılması muhtemel bir seçimde genel başkanın ifade ettiği başkan aday adayları olan Yavaş ve İmamoğlu yarışında İmamoğlu'nu öne çıkarmaya çalışıyor.

Kongre gibi önemli bir olayda İmamoğlu'na önceden haber verip hazırlanmasına imkan sağlıyor.

Yavaş'a ise son anda haber verip kürsüye hazırlıksız çıkması sağlanıyor.

Böylece delegelere İmamoğlu başkanlık için daha donanımlı, daha hazır ve daha liyakatlı olarak gösterilirken Yavaş'ın bu niteliklere sahip olmadığı gösterilmeye çalışılıyor.

Umarım bu bir hatadır.

Umarım tahminimde yanılıyorumdeur.

Ama olan bitenin bana düşündürdüğü budur.

Narin Kızımızın Ölümünün Düşündürdükleri: Geleneksel/Kapalı Tolumlarda Ahlaksızlık Oranı Daha Yüksektir

 Diyarbakır ilimizin 20 haneli bir köyünde 21 Ağustos günü 8 yaşında bir kız çocuğunun kaybolduğu haberi basına düştü.

Belki de daha önce hiç olmadığı kadar bütün ülke kamuoyu bu olaya ilgi gösterdi.

Bunun doğal bir sonucu olarak hükümet de tüm güvenlik güçleri imkanlarını kayıp kızın bulunması için yönlendirdi.

Uzun süre merakla Narin isimli küçük kızın bulunmasını merakla bekledik.

Başlangıçta sağ olarak bulunabileceğine dair herkeste bir umut vardı.

Ama gün geçtikçe bu umut azaldı ve nitekim bu sabah İç İşleri Bakanı'nın sosyal medyada yaptığı duyuru ile kızımızın cansız bedenine ulaşıldığını öğrendik.

Bu haberle konuyu takip eden herkes derin bir üzüntü duydu.

Ama daha da üzücü olan, bu ölüm olayının aile içinden kaynaklandığının anlaşılmasıydı.

Bu konuda henüz bir mahkeme kararı yok ama basın organlarından verilen bilgiye göre işin içinde anne, baba, abi, amcalar ve birçok yakın akraba var gibi görünüyor.

Ne yalan söyleyeyim, bu durum benim için bir sürpriz olmadı.

20 hanelik bir köyde bırakın bir kız çocuğunu bir tavuk kaybolsa bundan herkesin haberi olur.

Tavuğu kimin çaldığını da herkes bilir.

Böyle köylerde eğer bir çocuk kaybolmuşsa muhtemelen olayda ailenin, özellikle de birinci derece akrabaların dahli vardır.

Diğer akrabalar da çocuk onların olmadığından yaşayanları korumak adına ağızlarını kapalı tutarlar.

Eğer çocuğun ölümünden birinci derece akrabalar sorumlu değilse ve aile kimin sorumlu olduğunu bilmiyorsa ya sorumlularla konuşup sessiz kalma karşılığında bir şey alma (para, arazi, hayvan veya kendi oğullarına bir gelin) karşılığında susuyordur veya sorumluların cezasını bizzat vermek için susuyorlardır.

Savcı tutuklu amcaya sorguda "Kız senin mi?" diye sorması amcayı mercek altına alıyor.

Ama, bunun dışında tüm oklar uyuşturucu kullandığı ve köpeklere cinsel istismarda bulunduğu söylenen abiyi gösteriyor.

Anne, baba ve amcalar ise bir çocuk öldü diğerini de hapse attırıp kaybetmemek için sessiz kalmış ve hatta cesedin saklanması konusunda suça iştirak etmiş gibi görünüyor.

Elbette kesin sonuç, otopsi raporları ve sorgulamalar sonuçlanınca ortaya çıkacak.

Bu sebeple kimseyi şimdiden suçlu ilan etmek gibi bir niyetim yok.

Ama muhtemelen durum anlattıklarımdan ibaret.

Çünkü ülkenin hemen her yerinde görev yaptım ve buna benzer/hatta daha şaşırtıcı bir sürü olay gördüm veya duydum.

Hani televizyonlarda kimin elinin kimin cebinde olduğunun belli olmadığı anlaşılan programlar var ya, o programlarda gördükleriniz öyle birkaç kişiyle sınırlı şeyler değil.

Ülkede neler olup bitiyor bir bilseniz, inanamazsınız.

Gizlenen cinayetler, ensest ilişkiler, tecavüzler, tacizler, daha neler neler.

Son yıllarda uyuşturucu bağımlılığının çok hızlı yayılması sebebiyle iş iyice çığırından çıkmaya başladı üstelik.

Bu olayda da görüldüğü gibi 20 haneli ve muhafazakar olduğu anlaşılan bir köyde bile bir genç uyuşturucu kullanabiliyor.

Hükümet teğmenlere niye kılıç çektin diye çemkireceğine bu konuyla ilgilenmeli.

Türkiye'de uyuşturucu kullanımı en küçük köye kadar yaygınlaştı.

Ben de köyde doğup büyümüş biriyim ve köye de her yıl giderim.

Yani köylerde neler olup bittiğinden haberim var.

Üfürmüyorum.

Hükümet sadece şehirlere değil, köy ve kasabalara/mahallelere de bakmalıdır.

Özellikle de kapalı toplumlara, muhafazakar geçinen çevrelere, işleri kendi içinde çözmeye alışmış (aşiret, tarikat ve cemaatlere) kesimlere dikkat edilmelidir.

Ülkenin geleceği yok olmaktadır.

Narin olayı kamuoyunun yoğun ilgisi sayesinde çözülmüştür.

Ama kıyıda köşede bir sürü olay sessiz sedasız kapatılmaktadır.

Ölen öldüğüyle kalmaktadır.

Adalet yerini bulamamaktadır.