.quickedit {display:none;} .quickedit {display:none;}

25 Ağustos 2024 Pazar

Otoriter rejimler ve demokrasilerde sivrilen radikal partiler: İsrail örneği.

Her ne kadar birçok itiraz olsa da, siyasi ve akademik çevrelerde otoriter rejimlerin savaşa daha yatkın olduğu, demokrasilerin ise daha barışçıl olduğuna dair bir iddia var.

Bunu söyleyenler, 2. Dünya Savaşı'nı başlatan Hitler ve Mussolini'yi, Ortadoğu, Afrika ve Uzakdoğu'da bazı bölgesel savaşlar başlatan tek adam rejimlerini örnek olarak gösteriyorlar.

Ancak, bu Batı yaklaşımını bir yana bırakırsak, özellikle Soğuk Savaş sonrasında çıkan savaşların çoğunun demokratik ülkeler, daha doğrusu demokratik olduklarını iddia eden ülkeler tarafından başlatıldığını görürüz.

Bunu bilen Batılı ülkeler, çıkardıkları savaşlara sebep olarak, otoriter rejimle yönetilen ve barışa tehdit oluşturan ülkelere demokrasi götürme bahanesini kullandılar.

Ama ne demokrasi götürdüler, ne de istikrar.

Otoriteyi yok ederek girdikleri ülkelere sadece iç savaş, bölünme ve kalıcı istikrarsızlık götürdüler.

Zaten söylemlerinin aksine, demokrasi götürmek gibi bir niyetleri de yoktu.

Tüm bunlara bakınca şunu söylemek mümkün:

"Evet, savaş ve barış kararının tek kişinin veya küçük bir grubun iki dudağı arasında olduğu otoriter rejimlerin savaşa daha kolay karar verebilecekleri mantıklı gibi görünüyor. Ancak, aynı şey, demokrasilerde iktidarı ele geçiren dini veya siyasi açıdan radikal bir kişi, parti veya partiler koalisyonu da kolayca savaş başlatabiliyor.

Halkın önemli bir kısmı savaşa karşı olsa da, savaş başladıktan sonra yapılan katliamlara karşı çıkıp savaşa son verilmesini istese de bu kişi, parti ve partiler, devlet aygıtını kontrol altına alıp halka karşı baskı uygulayabiliyor.

Hatta halkın en temel demokratik hakkı olan hükümeti protesto hakkını da kalabalıkları polis, jandarma ve ordu ile acımasızca yöntemlere de başvurarak dağıtabiliyor."

Neocon'ları Amerika'nın dünyanın birçok yerini savaş alanına çevirmesi bunun bir örneği.

Bunun günümüzdeki en bariz örneği ise İsrail.

İsrail'de aşırı sağ ve ırkçı partilerin kurduğu koalisyon hükümeti, Gazze'de başlayan çatışmaları, asıl hedefin siviller olduğu bir katliama dönüştürdü.

İsrail ordusu, HAMAS ile mücadele etmek yerine bölgede yaşayan Filistinli sivil halkı tamamen yok etmeye ve soy kırımı yapmaya çalışıyor.

Kadın, çocuk ve bebekleri öldürerek maalesef bunda başarılı da oluyor.

Bu da yetmezmiş gibi, Lübnan ve İran'da işlediği cinayetlerle savaşın yayılmasına sebep olacak davranışlardan da kaçınmıyor.

İsrail hükümeti bunları, ırkçı ve aşırı milliyetçi Siyonist ideolojiye inanmış taraftarlarının desteği ile yapıyor.

Ayrıca, ABD, İngiltere ve Fransa gibi Batı ülkelerinin desteğinden de güç alıyor.

Gerçi, adı geçen ülkelerde geniş kitleler hükümetlerinin politikalarına ve Gazze'de uygulanan soykırıma karşı çıkıyor ama hükümetleri üzerinde etkili olamıyorlar.

İsrail, demokratik bir ülke olduğu iddiasında; onu destekleyen devletler de öyle.

Yani, demokratik olmaları onları barışçıl yapmıyor.

Batı ülkelerinde en azından İsrail'in yaptığı soykırımı protesto edenlere demokratik bir şekilde muamele ediyor.

Demokratik bir rejimi olduğu iddia edilen İsrail ise bunu da yapmıyor.

Savaş karşıtı toplantı, gösteri veya yürüyüş yapan kendi vatandaşlarını acımasızca sert müdahalelerle dağıtıyor.

Bu durum bize, dünya barışı için otoriter rejimlerden daha büyük  bir tehdit olduğunu gösteriyor.

Bu tehdit, bulundukları ülkelerinin demokratik ortamını kullanarak yönetimi ele geçiren dini veya ideolojik radikal partilerdir.

24 Ağustos 2024 Cumartesi

Mehmet Şimşek, görevden alınacak mı?

 Bir süredir bu konu tartışılıyor.

Çünkü Nebati döneminde tahrip edilen ekonomiyi düzeltecek umuduyla getirilen Şimşek, şimdiye kadar vergi, yüksek faiz, ekonomik daralma gibi halka kan kusturan şeylerden başka bir reçete sunamadı.

Bu durum, hükümeti yerel seçimde ikinci parti konumuna düşürdü.

Bu, sadece gelirleri eriyen emeklinin tepkisinin bir sonucuydu.

Şimdi de çiftçiler, her yerde isyan etmiş durumda.

Basın yayınlamasa da traktörlerle yollara çıkıyorlar.

Küçük ve orta ölçekli işletmeler de kan ağlıyor.

Binlerce şirket konkordato ilan etmiş, yenileri de bu yolda ilerliyor.

Bu durum, AKP'ye ANAP'ın kaderini yaşatır.

Bunu iktidar da biliyor.

Bu gidişi durdurmak için çare arıyor ama bulamıyor.

Eğer bu işler böyle giderse, hükümetin yapacağı tek şey Mehmet Şimşek'i görevden alıp kötü gidişin sorumluluğunu ona yıkmak olacaktır.

Televizyonlarda, Şimşek'in görevden alınmasını isteyen AKP'liler olduğuna dair haberler yayınlanıyor zaten.

Yani, şimdiden yol yapılıyor.

Bir muhalefet milletvekili, Şimşek'in görevden alındığına dair bir twit attı, ortalık karıştı.

Şimşek, bir süre sessiz kalsa da sonunda istifa etmediğine dair bir twit attı.

Ne olduğunu bilmiyorum.

İstifa etti de kabul mü edilmedi, görevden alınacaktı da vaz mı geçildi haberim yok.

Ama Mehmet Şimşek'in suyu iyice ısındı gibi görünüyor.

Bu kadar konuşulduğuna göre vardır bir şeyler.

Ateş olmayan yerden duman tütmez.


Türkiye'nin Yanlış Din Politikası

 Başlığa bakıp yanlış anlamayın.

Türkiye'de saçmalık seviyesine çıkan laik-antilaik tartışmalarından bahsetmeyeceğim.

Aslında bahsetmek istediğim, Türkiye'nin azınlık dinleri ile ilgili politikaları.

Özellikle de Ortodokslukla ilgili saçma sapan politikalar.

Ortodoksluk sadece bir mezhep değildir.

Ayrı bir dindir.

Sadece ayrı bir din de değildir.

Yüzyıllardır savaşları ve siyaseti etkileyen önemli bir politik unsurdur.

Fener Rum Patrikhanesi de sadece dini bir kurum değildir.

Aynı zamanda siyasi bir güç olmaya çalışan, dünya siyasetini etkileyen önemli bir unsurdur.

Öyle olmasaydı, Lozan'da Türkiye patrikliğin yurt dışına çıkarılmasında o kadar ısrar etmezdi.

Bütün Avrupa'ya karşı tek başına kalıp bunu kabul ettiremeyince Fener'in ilçe kaymakamlığına bağlı, siyasi hiçbir gücü olmayan bir dini kurum olarak kalmasında ısrar etmesinin de sebebi budur.

"Patriklik Türkiye'deki Ortodoksları temsil eder" deyip Türk vatandaşı olamayanların patrik olamayacağı kuralı da bu yüzden konulmuştur.

Ama nedense, Menderes'le başlayıp Özal ile bir ileri safhaya taşınan ve bu hükümet zamanında zirveye çıkan saçmalıklar dizisi ile Lozan maalesef bu konuda aşındırıldı.

Bir zamanlar Amerika'dan bir papaz uçakla Türkiye'ye getirilip bir gecede vatandaş yapılıp ertesi gün patrik seçtirilirken bunun ülkemiz için yaratacağı tehlikeyi kimse dikkate almadı.

Din özgürlüğü yalanı ile Patriklik ve diğer benzeri Hristiyan mezheplerinin kiliseleri kanunlar hiçe sayılarak ihtiyaçlarından çok fazla mal ve mülk edinebildi.

Hatta bu mülklerin bazıları, hükümet eliyle bedava verildi kendilerine.

Bu da millete, din özgürlüğü adı altında pazarlandı.

Ülkemizde bir sürü misyoner derneği kuruldu.

Her yerde harıl harıl çalışıyorlar.

Bu da din özgürlüğü olarak pazarlandı.

Ama bu gün görüyoruz ki kazın ayağı öyle değil.

Ukrayna bağımsızlık mücadelesinde ilk adım olarak, Rus Ortodoks Kilisesi'nden ayrılarak kendi milli kilisesini kurdu.

Aynı, Balkan Savaşı öncesinde Bulgarların Fener'den ayrılıp Bulgar Milli kilisesini kurduğu gibi.

Ukrayna, dini kurum milli olmaktan uzak ve başka bir devletin kontrolündeyse ülkenin bağımsız olamayacağını düşünmüş olmalı ki bu konuda yeni adımlar atıyor.

Nitekim Ukrayna, ülkedeki Rus Ortodoks kilisesine bağlı bütün kiliseleri kapatma kararı aldı.

Dahası, bunların her türlü faaliyetini de yasakladı.

Hani Ukrayna laik bir ülkeydi.

Dinsizlik yaygındı.

LGBT'liler evleniyordu.

Dahası, devlet başkanı bile Ortodoks değil bir Yahudi'ydi.

O işin göründüğü gibi olmadığı ortaya çıktı.

Günümüzde hiçbir din sadece din değildir.

Geçmişte de öyle değildi.

Din; milli kimliği belirleyen bir unsurdur.

Din, siyasi bir unsurdur.

Din, uluslararası ilişkilerin en etkili argümanlarından biridir.

El alem ülkesine zarar veren bir kiliseyi tamamen yasaklarken, bizde Osmanlı yıkılsın ve Türkiye kurulmasın diye var gücü ile çalışan, Yunanistan'ın bağımsızlığı için çalışan örgütlerin idare merkezi olan, kurtuluş savaşında Türk köylerini basıp katliamlar yapan çete liderlerini eğitip yetiştiren, her fırsatta Türkiye'yi zor durumda bırakmaya çalışan bir kiliseye bağışlarda bulunulmasını anlamak mümkün değildir.

Cumhuriyeti kuranlar, halifeliği kaldırmıştır.

Ama Hristiyan mezheplerinin kiliselerinin de siyasi, ekonomik, hukuki vb. güç sahibi olmasını kanunla ortadan kaldırmıştır.

Bu, en az 300 yıllık bir tecrübenin sonucudur.

İyi niyet veya anlık kararlarla devlet işleri yürümez.

Çünkü devlet yönetiminde, iyi niyetten daima maraz doğar.



23 Ağustos 2024 Cuma

Yeni bir anayasa yapılamaz.

 Televizyonda bir hukukçuyu dinliyorum.

Söyledikleri özetle şöyle:

"Bu meclis, mevcut anayasada düzenleme yapabilir.

Düzeltme yapabilir.

Ama yeni bir anayasa yapamaz.

Çünkü mevcut anayasa, kurucu bir meclis tarafından yapılmıştır.

Şu andaki meclis, bir kurucu meclis değil.

Bu sebeple kurucu meclisçe yapılan anayasayı kaldırıp yenisini yapamaz.

Bu mevcut anayasanın emri ve gereğidir.

Meclis de devletin diğer kurumları da mevcut anayasaya göre görev yapmaktadır.

Bu sebeple, anayasanın vermediği bir yetkiyi ne meclis, ne de başka bir kurum veya kişi kullanamaz.

Yani, mevcut meclis, yeni bir anayasa yapamaz.

Yaparsa, bu hukuka aykırı olur."

Hadi bakalım hayırlısı.

Gerçi mevcut hükümet, canı istediğinde hukuka uyan istemediğinde uymayan bir hükümet.

Bu konuda da hukuka uymayabilir.

Ama yaptığı anayasa, hukuka uygun olmaz.

Yasaya uymadan yapılan bir şeye de ne kadar anayasa denir bilmiyorum.

Saygılar....

Hırsız arsız, suçlu güçlü olmuş.

 Bu gün bir televizyon programı izliyorum.

Bir gazeteci konuşuyor.

Adam uzun süre araştırarak Türkiye'de kokain kaçakçılığı ve yolsuzluk yapan bazı kişileri tespit etmiş.

Tespit ettiği bilgilerle bir kitap yazmış.

Kitap, ülkemizde ve ülkemiz üzerinden başka yerlerde yapılan uyuşturucu ve kara para trafiğini anlatıyormuş.

Gazeteciyi bu günlerde polis karakoluna çağırmışlar.

Gittiğinde bir de ne görsün?

Televizyonlara çok çıkan bir hukuk profesörünün avukatlığını yaptığı Tunus asıllı birinin kardeşi kitabın toplatılması için dava açmış.

Şikayette bulunan ve dava açan kişi, 2022 yılında Mersin limanında yakalanan 258 kilogram kokainin sahibi Fas vatandaşı Alaa Ben Khadra'nın kardeşi Ahmed Ben Khadra.

Memleket ne hale geldi.

Uluslararası uyuşturucu şebekeleri ülkemizde kamp kurmuş.

Ülke kara para aklama merkezi olmuş.

Şuçlularda öz güven zirvede.

Yaptıkları yüzünden mahcup olacağına, suçu ve yolsuzlukları ortaya çıkaran gazetecileri mahkemeye veriyorlar.

Öyle bir ülke haline geldik ki, hırsızı arsız, suçlusu güçlü oldu.


Ekonomide kötü günler geçti. Şimdi daha kötü günler geliyor.

 Bir video seyrediyorum.

7 ayda 1554 firma konkordota ilan etmiş.

Yani battığını açıklamış.

Rakam büyük diye şoka girdiyseniz söyleyeyim: Daha büyük şoka hazır olun.

Batan her firma, büyüklüğüne bağlı olarak onlarca, yüzlerce ve hatta binlerce başka firmanın batmasına sebep oluyor.

Çünkü batan firmaya mal satmış ve alacağı olan firma, parasını alamayınca batacak.

Batan firmalarla iş ilişkisi olan birçok firma, alacak verecek ilişkisi olmasa da batacak.

Çünkü bir firma birçok firma ile ilişki içindedir.

O firma kapanınca, bağlantılı diğer firmaların işleri de bozulur.

Hadi hayırlısı.

Eskiden olsa dürüst denilecek olan şoföre şimdi salak diyorlar.

 Antalya'da bir özel halk otobüsü şöförü, bir süre önce aracında bulduğı ve içi dövizle dolu cüzdanı sahibini bularak teslim etmiş.

Bizim çocukluğumuzda ve gençliğimizde de zaman zaman böyle olaylar olurdu.

Bu haber basına "Dürüst Şöför" veya "Kahraman Şöför" gibi başlıklarla düşerdi. 

Şimdi işler değişti.

Çünkü toplum 20 küsur yıldır giderek artan bir hızla ahlaksızlaşıyor.

Dindar nesil yaratacağız diyenlerin yarattığı toplum ahlaksız oldu maalesef.

Bu sebeple dürüst şoförümüz sosyal medyaya "salak şoför" diye düşmüş.

Google'da "salak şoför" yazıp aratırsanız adamın adı çıkıyor.

Adam da bundan şikayetçi.

Toplum dürüstlüğü aptallık olarak görmeye başladı.

Hadi bizde ahlaksızlık tavan yaptı ama sosyal medya platformlarına ne oluyor anlamak mümkün değil.

Şoförümüz "salak şoför" yazanlara yaptığının salaklık değil dürüstlük olduğunu anlatan cevaplar yazılınca bazı sosyal medya platformları şoförü engellemiş veya kısıtlamış.

Ne diyeyim?

Allah sonumuzu hayır etsin.

Durum Vahim: Alenen Soygun ve Gasplar Yaygınlaşabilir.

 Haberleri izliyordum.

Bir grup hırsız, inşaat malzemesi deposunu basmışlar.

Bekçiyi rehin alıp depoları boşaltmışlar.

Yükte hafif, pahada ağır malzemeleri tercih etmişler.

Getirdikleri araç çaldıklarını almamış.

Üç tur yapmışlar.

Ekonomi çok kötü.

Ahlaksızlık normalleştirildi.

Çalışarak kazanmak zaten zor ama bu artık enayilik olarak da görülüyor.

Dindar nesil yetiştireceğim diye iktidara gelenlerin 20 küsur yılda ülkeyi getirdikleri son durum bu.

Bu gidişat, işlerin daha da kötüye gideceğinin işareti.

Herkes kendini, malını ve mülkünü korumak için şimdiden tedbir alsa iyi olur.

Enflasyonun Sebebi Hükümet.

 Benzinden sonra bu gün motorine de zam gelmiş.

Malum akaryakıt fiyatının çoğu vergi.

Yani hükümet yüksek vergi aldığı için bu kadar pahalı.

Tütüncüde bir paket sigara 25 lira.

Marketten bir paket sigara alırsanız 75 liradan fazla.

Bu fark neden kaynaklanıyor.

Devletin aldığı vergiden.

İçecek, yiyecek, giyecek gibi her şeyden yüksek vergi alınıyor.

Bu durum fiyatları artırıyor.

Akaryakıt gibi her alanda kullanılan ürünlerdeki vergi artışı ise her şeyin fiyatını artırıyor.

Bence maliye bakanının çok fazla kafa yormasına, ekonomik teorilerle uğraşmasına gerek yok.

Devlet israfı bıraksın.

Yandaşlara paraları peşkeş çekmesin.

Büyük şirketlerin vergisini ittal etmesin, son kuruşuna kadar alsın.

Buradan tasarruf edilen para kadar vergiler azaltılsın.

Enflasyon kendiliğinden düşer.

Benden söylemesi.

Kitap ve Kırtasiyeleri Pahalı Satan Özel Okullara Denetim Geliyor

 Her yıl okul kayıtları başladığında hep benzer şikayetler duyuluyor.

Devleti yönetenler de buna bir tedbir getirmiyor.

Onun yerine laf-ı güzafla milleti oyalıyor.

Nitekim bu yıl da aynı şeyler olmaya başladı.

Milli Eğitim Bakanlığı'nın hiçbir okul bağış adı altında velilerden para alamaz şeklindeki açıklamalarına rağmen bu yıl da devlet okullarına kayıtlarda okul aile birliği paravanı altında velilerden büyük miktarlarda para alındığı haberleri gelmeye başladı.

Bu yıl ekonomi çok kötü olduğundan, ekonomik olarak daha iyi durumda olan vatandaşlardan da bazı şikayetler geliyor.

Şikayetler özel okullar hakkında.

Özel okullar, kitap ve kırtasiyeyi çok yüksek fiyattan sattığından velilerden şikayetler artı.

Bunun üzerine Milli Eğitim Bakanlığı özel okullarda denetim başlatacağını duyurdu.

MEB'in açıklaması şu şekilde:

"Özel okul fiyatları her yıl fahiş bir şekilde artırılamaz, fiyat artışları belirlenen sınırlar içinde olacak. Pahalı kitap ve kırtasiye satışı ile ilgili olarak da özel okullarda denetim başlatacak. Özel okullar sadece kar düşünerek hareket edemezler."

Bakanlık açıklamayı yaptı.

Belki denetim filan da yapar.

Ama bir işe yarar mı bilmiyorum.

İki çocuğum da ilk ve orta okulu özel okulda okudu.

O zamanlar da bakanlı buna benzer açıklamalar yapardı.

Hiçbir işimize yaradığını hatırlamıyorum.

İnşallah bu defa yarar.