Her ne kadar birçok itiraz olsa da, siyasi ve akademik çevrelerde otoriter rejimlerin savaşa daha yatkın olduğu, demokrasilerin ise daha barışçıl olduğuna dair bir iddia var.
Bunu söyleyenler, 2. Dünya Savaşı'nı başlatan Hitler ve Mussolini'yi, Ortadoğu, Afrika ve Uzakdoğu'da bazı bölgesel savaşlar başlatan tek adam rejimlerini örnek olarak gösteriyorlar.
Ancak, bu Batı yaklaşımını bir yana bırakırsak, özellikle Soğuk Savaş sonrasında çıkan savaşların çoğunun demokratik ülkeler, daha doğrusu demokratik olduklarını iddia eden ülkeler tarafından başlatıldığını görürüz.
Bunu bilen Batılı ülkeler, çıkardıkları savaşlara sebep olarak, otoriter rejimle yönetilen ve barışa tehdit oluşturan ülkelere demokrasi götürme bahanesini kullandılar.
Ama ne demokrasi götürdüler, ne de istikrar.
Otoriteyi yok ederek girdikleri ülkelere sadece iç savaş, bölünme ve kalıcı istikrarsızlık götürdüler.
Zaten söylemlerinin aksine, demokrasi götürmek gibi bir niyetleri de yoktu.
Tüm bunlara bakınca şunu söylemek mümkün:
"Evet, savaş ve barış kararının tek kişinin veya küçük bir grubun iki dudağı arasında olduğu otoriter rejimlerin savaşa daha kolay karar verebilecekleri mantıklı gibi görünüyor. Ancak, aynı şey, demokrasilerde iktidarı ele geçiren dini veya siyasi açıdan radikal bir kişi, parti veya partiler koalisyonu da kolayca savaş başlatabiliyor.
Halkın önemli bir kısmı savaşa karşı olsa da, savaş başladıktan sonra yapılan katliamlara karşı çıkıp savaşa son verilmesini istese de bu kişi, parti ve partiler, devlet aygıtını kontrol altına alıp halka karşı baskı uygulayabiliyor.
Hatta halkın en temel demokratik hakkı olan hükümeti protesto hakkını da kalabalıkları polis, jandarma ve ordu ile acımasızca yöntemlere de başvurarak dağıtabiliyor."
Neocon'ları Amerika'nın dünyanın birçok yerini savaş alanına çevirmesi bunun bir örneği.
Bunun günümüzdeki en bariz örneği ise İsrail.
İsrail'de aşırı sağ ve ırkçı partilerin kurduğu koalisyon hükümeti, Gazze'de başlayan çatışmaları, asıl hedefin siviller olduğu bir katliama dönüştürdü.
İsrail ordusu, HAMAS ile mücadele etmek yerine bölgede yaşayan Filistinli sivil halkı tamamen yok etmeye ve soy kırımı yapmaya çalışıyor.
Kadın, çocuk ve bebekleri öldürerek maalesef bunda başarılı da oluyor.
Bu da yetmezmiş gibi, Lübnan ve İran'da işlediği cinayetlerle savaşın yayılmasına sebep olacak davranışlardan da kaçınmıyor.
İsrail hükümeti bunları, ırkçı ve aşırı milliyetçi Siyonist ideolojiye inanmış taraftarlarının desteği ile yapıyor.
Ayrıca, ABD, İngiltere ve Fransa gibi Batı ülkelerinin desteğinden de güç alıyor.
Gerçi, adı geçen ülkelerde geniş kitleler hükümetlerinin politikalarına ve Gazze'de uygulanan soykırıma karşı çıkıyor ama hükümetleri üzerinde etkili olamıyorlar.
İsrail, demokratik bir ülke olduğu iddiasında; onu destekleyen devletler de öyle.
Yani, demokratik olmaları onları barışçıl yapmıyor.
Batı ülkelerinde en azından İsrail'in yaptığı soykırımı protesto edenlere demokratik bir şekilde muamele ediyor.
Demokratik bir rejimi olduğu iddia edilen İsrail ise bunu da yapmıyor.
Savaş karşıtı toplantı, gösteri veya yürüyüş yapan kendi vatandaşlarını acımasızca sert müdahalelerle dağıtıyor.
Bu durum bize, dünya barışı için otoriter rejimlerden daha büyük bir tehdit olduğunu gösteriyor.
Bu tehdit, bulundukları ülkelerinin demokratik ortamını kullanarak yönetimi ele geçiren dini veya ideolojik radikal partilerdir.