.quickedit {display:none;} .quickedit {display:none;}

23 Ağustos 2024 Cuma

Dikkat! Yeni salgın tehdidi. Batı Nil Virüsü Türkiye'de Görüldü

Korona virüsünün dünyada yarattığı sorunların etkileri hala tam olarak ortadan kalkmamışken şimdi de art arda yeni salgın haberleri çıkmaya başladı.

Afrika'da çıkan "Maymun Çiçeği" salgınının tedirginliğini yaşarken şimdi de "Batı Nil Virüsü" diye yeni bir salgın yayılmaya başladı.

Sağlık Bakanlığı açıklamalarına göre Maymun Çiçeği hastalığı henüz Türkiye'de görülmedi ancak Batı Nil Virüsü için durum o kadar iyi değil.

Türkiye'de 6 kişide bu hastalık görüldü.

Üstelik Avrupa'da bu hastalığın en çok görüldüğü ülke de bizim komşumuz.

Mevcut verilere göre Avrupa'da bu hastalığın en çok görüldüğü ülke Yunanistan.

Toplam 41 vaka görülmüş.

Onu İtalya takip ediyor.

Yaz sezonunda Türkiye'nin aşırı pahalı olması sebebiyle daha ucuz olan Yunan adalarına giden insan sayısındaki patlama sebebiyle bu hastalık Türkiye'de de hızla yayılabilir.

Korona dahil bütün hastalıkların çıkış kaynağı bazı hayvanlar.

Koronanın Çin'de bir hayvandan yayıldığı söylendi.

Maymun Çiçeği hastalığı da adı üstünde maymunlardan yayılan bir çiçek hastalığı.

Batı Nil Virüsü'nün kaynağı ise kuşlar.

Ancak hastalık doğrudan kuşlardan insanlara bulaşmıyor.

Hastalık, kuşlardan kan emip sonra da insanlardan kan emen sivri sinekler yüzünden yayılıyor.

İnsandan insana yayıldığına dair pek bir veri yok çok şükür.

Ama yaz dönemi henüz bitmediğinden sivrisinekler sayesinde bu hastalığın birçok bölgede yayılma riski var.

Nitekim, İstanbul'da yapılan bir araştırmaya göre bu şehrimizdeki kuşlarda şu anda bu hastalık var.

Yani İstanbul'da hastalık hızla yayılabilir.

Neyse ki hastalığa yakalanmamak için bazı tedbirler alınabiliyor. 

Öncelikle sivri sineklerin veya kuşların girmesini önlemek için pencerelere sineklik takılmalı.

Gece, sinekleri çekmemek için balkon lambaları yakılmamalı.

Ayrıca, sivri sinek sokmalarını önlemek için sinkov kullanılmalı.

Yada, sineklerin sevmediği doğal kokular da kullanılabilir.

Herkes gerekli tedbiri alırsa hastalığın yayılması önlenebilir.

Herkesin hassasiyet göstermesini umuyorum.

Saplıklı günler diliyorum.

MHP neler yapıyor, neden yapıyor?

 MHP'nin arası AKP ile bir süredir soğuk.

Sinan Ateş cinayeti sonrası hükümetin tavrı, bu soğumayı daha da artırmış gibi görünüyor.

Zaten uzun bir süredir Bülent Arınç gibi birçok AKP'linin MHP'nin AKP için yük olduğunu, bir an önce MHP'den kurtulmak gerektiğini düşündüğü bir sır değil.

Çünkü bu kişiler bunu değişik mecralarda dillendiriyor.

Ama AKP'nin MHP'den kopması şu an mümkün değil.

Yerel seçimde ikinci parti durumuna düşen AKP, ekonomik çöküşün de etkisiyle her geçen gün eriyor.

İlginç bir şekilde, anketlerde MHP gücünü koruyor.

Hatta oyunu bir miktar artırmış gibi görünüyor.

Bu sebeple bazı televizyon kanallarında AKP'nin Cumhur İttifakı'nın küçük ortağı haline geldiği tartışmaları yapılıyor.

Bunun farkında olan AKP, son zamanlarda kamuoyuna yönelik tuha görünen mesajlar veriyor.

Geçenlerde Bahçeli'nin odasındaki 17-25 mesajı çok tartışıldı.

Bu gün de MHP'liler Türkiye İşçi Partisi ve DTP'ye salvo şeklinde bir seri atış yaptı.

Hatta hızını alamayıp arada CHP'ye de çaktı.

Durup dururken yapılan bu çıkış da rast gele bir şey olamaz.

Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla tarzı yeni bir mesaj.

Bence şunu demek istiyorlar: Hey ortak, eriyip gidiyorsun, muhalefet seni çiğ çiğ yiyecek ama ses çıkaramıyorsun, ama ben her zaman buradayım, ben olmazsam bunlar seni yer, yumuşama mumuşama diye benden kopup muhalefetle yakınlaşma, sonra sonun hayırlı olmaz. 

Bakalım AKP2nin tepkisi ne olacak.

Reis, mesajı almış herhalde.

Kendi partisini uyarıyor.

Partiyi tekrar toparlamak için yorulanlar bıraksın diye bir şey söylemiş bu gün.

Ama gözden kaçırdığı bir şey var.

En çok yorgun düşen kendisi.

Son zamanlarda ne partiye hakim olabiliyor, ne muhalefeti istediği gibi oynatabiliyor ne de ülke gündemini istediği gibi değiştirebiliyor.

İhtiyarlık herkes için zor.

İnsanın enerjisi azalır.

Yürümekte, ayakta durmakta ve hatta konuşmakta zorlanır insan.

Sesi eskisi kadar gür çıkmaz.

Dikkati azalır.

Hafızası zayıflar.

Bu durum, bir şarkıda da söylendiği gibi "Yolun sonu görünüyor." anlamına gelmektedir.

MHP de yolun sonunu görmüş, buna göre pozisyon almaya başlamış olabilir.

Dünya Tam Bir Kaos Ortamına Girdi: Bu durum Bir Genel Savaşa Dönüşebilir mi?

 Önce Arap Baharı denilen bir dizi iç savaş ortaya çıktı.

Bu savaşlardan en büyük darbeyi Libya ve Suriye aldı.

Her ülkedeki Arap Baharı olayları, dünya üzerinde süper güç olan veya olma iddiasında olan bütün devletlerin müdahalesine sebep oldu.

Ancak bu durum, Libya ve Suriye'de vekaleten yürütülen bir dünya savaşına dönüştü.

Bu savaş, 1. ve 2. Dünya Savaşı'ndan farklı olarak geniş bir coğrafyaya yayılmadı andak dünya savaşı olarak nitelendirebilecek şekilde çok sayıda ülkenin bilfiil içinde olduğu uzun süreli çatışmalara sahne oldu.

Bunun sonucunda Libya ve Suriye fiilen bölündü.

Ukrayna Savaşı ise Soğuk Savaş dönemini andıracak şekilde iki kutuplu bir dünya savaşının her türlü özelliğini taşıyan bir savaş oldu.

Bunun ardından başlayan Gazze Savaşı, olayı başka bir boyuta taşıdı.

Dünya çapında ilk defa İsrail birçok ülke kamuoyu tarafından mütecaviz olarak tanımlandı ve NAZİ'lere benzetilerek protesto edildi.

Gazze Savaşı, Ortadoğu'da birçok devletin katıldığı bir genel savaşın çıkma riskini de doğurdu.

Özellikle Hamas liderinin İran'da İsrail'in düzenlediği bir suikast ile öldürülmesi, bu riski tehdit seviyesine çıkardı.

Aslında savaş daha önce Gazze sınırları dışına yayılmaya başlamıştı.

İran destekli Lübnan Hizbullahı ve daha önceleri o kadar dikkat çekmeyen Yemen'deki İran yanlısı Şii Husilerin olaya karışması, savaşın boyutunu hem değiştirdi hem de genişletti.

Yemen de uzun süredir Suudi Arabistan ve İran'ın müdahil olduğu iç çatışmalarla çalkalanıp duruyordu.

İran yanlısı Husiler'in dünyanın en önemli deniz yollarından biri olan ve Süveyş Kanalı'na yakın bölgeyi kontrol etmesi, çatışmaların neredeyse her devleti ilgilendiren bir nitelik kazanmasına sebep oldu.

Aslında Husiler, neredeyse hiçbir ekonomik gücü ve herhangi bir devlet ordusuyla karşılaştırıldığında ciddiye alınacak bir askeri güzü olmayan bir yapı.

Buna rağmen, hızlı karar alıp uygulamaları, hiçbir devletten çekinmemeleri ve dünyanın tek süper gücü olan ABD'ye bile kafa tutmaları sebebiyle gücüne göre mütenasip olmayan bir etki yaratıyor. 

Yani asimetrik bir etki yaratıyor.

Bu da oldukça önemli sonuçlar doğuruyor.

Husiler, İran'dan temin ettikleri kısa menzilli füzelet, insansız hava araçları ve insansız deniz araçları ile bir süredir Babülmendep Boğazı'ndan geçen ve İsrail'e askeri malzeme taşıdığı iddia edilen sivil gemileri vuruyor.

Bu durum karşısında ABD, İngiltere ve Fransa, neredeyse bütün askeri gemilerini bölgeye gönderdi.

Amaçları, kendilerine ve İsrail'e ait sivil gemileri korumaktı. 

Ancak bunda başarı sağlayamadılar.

Aksine, basına düşen haberlere göre Husiler, Amerikan askeri gemilerini de vurdular.

Buna karşılık ABD ve müttefikleri Yemen'i bombaladılar.

Ama bundan hiçbir sonuç alamadılar.

Çünkü modern ve güçlü silahlarının etkili olacağı bir gücü olmayan Husilerden birkaç kişiyi öldürmekten başka bir şey yapamadılar.

Husiler kullandıkları basit silahlarla gemileri vurmaya devam ettiler.

Nitekim bugün, bölgede Yunanistan bandıralı bir petrol tankeri vurulmuş.

Motoru duran tanker sürüklenmeye başlayınca personeli tahliye edilmiş.

Görüntülerden yandığı anlaşılan tankerin sabitlenmesi ve doğal bir felakete sebep olmadan söndürülmesi bölgedeki Batı gemilerini bir süre meşgul edecek gibi görünüyor.

Gerçi olayı henüz üslenen yok ama en güçlü aday Husiler.

Çatışmalar yakında Kafkasya'ya da sıçrarsa sürpriz olmaz.

Nitekim Putin de Azerbaycan'ı ve bölgedeki kendine bağlı cumhuriyetleri ziyaret etti.

Hem de Ukrayna'nın taarruz ederek büyük bir Rus toprağını ele geçirdiği kritik bir durumda.

Eğer İran İsrail'e büyük bir misilleme yaparsa, muhtemelen Amerikan gemilerinden bir saldırı ile karşı karşıya kalacaktır.

Bu durum, hiç beklenmedik şekilde Türkiye'yi de içine alan geniş kapsamlı bir savaşı tetikleyebilir.

Rusya'nın uzun süredir nükleer silah kullanma tehdidini ve Amerika'nın nükleer hazırlık seviyesini yükselttiğini duyurması da dikkate alındığında, olay dünyanın şimdiye kadar kaşılaştığı en büyük felakete sebep olabilir.

Gerçi aklı başında hiçbir devlet sonunu tahmin edemeyeceği bir nükleer savaşı başlatmaz ama tarih savaşların sürprizlerle dolu olduğunu gösteren örneklerle doludur.

1914'te bir Sırp milliyetçisinin öldürülmesinin 1. Dünya Savaşı'na, Hitler gibi bir sapığın ise 2. Dünya Savaşı'na sebep olabileceğini de hiç kimse önceden tahmin edememişti.

Türkiye, hesaplarını her ihtimali dikkate alarak yapmalıdır.

Çünkü Türkiye, tüm mevcut ve muhtemel çatışmaların ortasındadır.

Çatışmalardan en çok zarar görecek ülkelerin de başında gelmektedir.


22 Ağustos 2024 Perşembe

Kahramanmaraş'ta bir hastanede stent yolsuzluğu: Resmen tuz bile kokmuş.

 Haberleri izliyorum.

Kahramanmaraş'taki bir hastanede, kalp-damar rahatsızlığı sebebiyle gelen hastalara damar tıkanıklığı teşhisi konulduğunda bazı doktorlar "Devlet'in verdiği stentler kalitesiz. Sağlığınıza zarar verir. Benim size tavsiyen, falanca firmadan stent alıp getirmeniz. O stentler çok kaliteli." diyormuş.

Şans bu ya, hasta doktorun yanından çıkınca adı geçen firma temsilcisi de tesadüfen kapı önünde oluyormuş.

Hasta şansına sevinip hemen adamla konuşup doktora istediği stenti getiriyormuş.

Doktor stenti takıyor ve hasta evine gidiyormuş.

Ama bir süre sonra bu konuda şikayetler gelmeye başlamış.

Çünkü normalde 2.500 lira olan stent hastalara 8.000 ila 15.000 lira rasında bir fiyata satılıyormuş.

Üstelik şikayet üzerine yapılan kontrolde satılan stentlerin bazılarının süresi geçmiş bazılarının ise çakma olduğu tespit edilmiş.

Olayın diğer bir yönü ise devletin aslında hastanelere hastalara bedavaya takılsın diye stent gönderiyor olması.

Bu stentlerin de sarfı yapılması lazım ki yukarıdan kimse kıllanmasın.

Doktorlar, dışarıdan stent alınmasına rağmen evrakları depodan takılmış gibi gösteriyormuş.

Depo kontrol edildiğinde, bu stentlerin sarfının yapıldığı ve depodan çıktığı tespit edilmiş.

Belki de depodaki stentleri de bahse konu firma aracılığı ile satıyorlarmış.

Olay sadece Kahramanmaraş ile sınırlı olsa iyi.

Haber televizyonlara düşünce Türkiye'nin değişik bölgelerinden telefonlar gelmeye başlamış.

Meğer her yerde benzer şekilde stent takılma olayları yaşanıyormuş.

Eskiden yapılan anketlerde en çok güvenilen kurum olarak silahlı kuvvetler çıkardı.

Bu gün koruması ve şöforü olan uzman çavuş ve astsubay ile birlikte makam rabasını kullanarak insan kaçakçılığı yapan generaller görüyoruz.

Eskiden imamlara, hacılara, hocalara, hiç olmazsa kırsal kesimide güvenilirdi.

Şimdi din adamları siyasete bulaşmış, tarikatlar badeleme ve çocuk tacizi ile anılır olmuş durumda.

İnsanlar bu saydıklarımızın dışında en çok doktorlara güvenirdi.

Sağlığını, hayatını onlara teslim eder, ne derlerse inanır ve uygulardı.

Şimdi de doktorların hastalarının sağlığını hiçe sayarak dolandırıcılık yaptığını öğreniyoruz.

Bu millet kime güvenecek.

Toplum çok bozuldu.

20 küsur yıldır dindar nesil yetiştireceğiz diyenlerin başardığı şu: Ahlaksız bir nesil yetiştiriyorlar.

Her yer ve her şey bozuldu.

Adeta tuz bile koktu.

HAMAS veya HİZBULLAH neden İsrail hükümetinden birini vurmak için çalışmıyor?

 İsrail, dünyada dokunulmazlığı olan tek devlet adeta.

Filistinlileri 1948'den beri istediği gibi öldürüyor.

Toplu katliamlar yapıyor.

Filistinlilerin topraklarını ve hatta evlerini zorla ellerinden alıyor ama dünyada hiç kimse bir şey söylemiyor.

Bir süredir Gazze'de çoğu çocuk binlerce kişiyi öldürüyor.

Yine kimsenin bir şey dediği yok.

Çünkü Batı, tarih boyunca Yahudilere karşı uyguladığı soykırımların diyetini ödüyor.

Filistinliler tek bir İsrail askerini öldürsün, Batı ayağa kalkıyor.

İsrail ise hiç çekinmeden kimi isterse öldürüyor.

Hadi Batı'nın böyle bir diyet borcu var.

Arap ülkeleri de Batı uşağı olduğundan ses çıkarmıyor diyelim.

Ama, HAMAS ve Hizbıllah'ın pasifliği neden?

İsrail, sürekli olarak HAMAS ve Hizbullah'ın lider kadrosunu öldürüyor.

Üstelik, dünyanın neresinde olurlarsa olsunlar bunu yapıyor.

Peki ama bu iki örgüt niye İsrail lider kadrosuna bir şey yapmıyor.

Ya da yapamıyor mu?

Bilmiyorum ama bu yönde bir teşebbüsleri de yok gibi.

Ben buna bir anlam veremiyorum.

Acaba İran'ın misilleme planı böyle bir şey mi olacak?

Mahalle Yanarken O... Saçını Tararmış: Rusya toprak kaybederken Putin neden Kafkasya'da geziyor?

 Ukrayna son günlerde yaptığı baskın tarzındaki taarruzlarla, savaşı Rus topraklarına taşıdı ve Rus ordusunu bozguna uğratarak geniş bir bölgeyi ele geçirdi.

Bu kritik durumda Rus devlet başkanının ülkesinde kalıp bu sorunla ilgilenmesini beklersiniz.

Ama o ne yapıyor?

Önce Azerbaycan'a gitti.

Sonra da Çeçenistan'a.

Putin Azerbaycan'da temel olarak iki mesaj verdi:


1. Ermenistan ile Azerbaycan arasındaki sınırın belirlenmesinde yardımcı olabiliriz.

2. Azerbaycan'ın lojistik konularındaki gayretlerine (bununla Ermenistan'dan geçecek ve Azerbaycan'ı Türkiye'ye bağlayacak olan yolu kastediyor olmalı) destek verebiliriz.

Putin'in Azerbaycan ziyaretini anlamlandırmak o kadar zor değil.

Amerika ve AB Ukrayna'yı destekliyor.

Ukrayna bu destek sayesinde Rusya karşısında bu kadar uzun süre dayandı.

Son günlerdeki dolaylı tutum konseptine örnek olabilecek taarruz fikrini de muhtemelen ABD ve AB'den aldı.

Ukrayna topraklarındaki temas hattına odaklanan ve mahdut hedefli taarruzlarla adım adım da olsa ilerleyen Rusya'nın dengesini bozan bu taarruz, Rusya'yı kendi topraklarını savunmak için kuvvet ayırmak zorunda bıraktı.

Ama geniş sınırları olan Rusya, kısa sürede bu kuvveti temin etmekte zorlanıyor gibi.

Bu yüzden Ukrayna topraklarındaki temas bölgesine göndereceği bazı birlikleri ve hatta buradan çekeceği bazı birlikleri kendi topraklarına yayılan çatışmaya gönderecek.

Rusya, Azerbaycan ziyareti ile Doğu Avrupa'da toplanan ABD ve AB'nin dikkatini, dolaylı bir tutumla Kafkasya'ya çekmeye çalışıyor olabilir.

İlginç olan, Rusya'nın Kafkasya'daki tarihi müttefiki Ermenistan'ın ondan uzaklaşarak Batı'ya yanaşması, Soğuk Savaş sonrasında Rusya'dan uzaklaşan ve topraklarındaki Rus askerlerini çıkaran Azerbaycan'ın ise Rusyaya yanaşması.

İttifak ilişkileri kökten değişmiş gibi duruyor.

Bu durum Azerbaycan'a da yarıyor.

Çünkü Karabağ'savaşı ve sonrasındaki Ermeni yanlısı tutumu yüzünden Azerbaycan başta Fransa olmak üzere birçok Avrupa ülkesi ve ABD ile siyasi bir mücadele yaşadı.

İsrail ile kurduğu yakınlık sayesinde bu sorunları hafifletti fakat şimdi de en yakın müttefiki olan Türkiye ile İsrail arasındaki sorunlar yüzünden bir ikilem ortaya çıktı.

İşte bu ortamda, Azerbaycan için Kafkasya'da güclü bir Rus-Azerbaycan ilişkisi faydalı gibi.

Yani ziyaret, iki taraf için de fayda sağlıyor.

Peki Putin Çeçenistan'a neden gitti.

Bence Rus ordusunun yetersizliği karşısında tek seçenek Çeçen güçleri olduğu için.

Rus ordusu, savaşın ilk günlerinden beri sapır sapır dökülüyor.

Askerler iyi savaşamıyor.

Mariopol ve çevresinde de Rus askeri yetersiz kalmış ve Çeçen askerleri gelince durum Ukrayna aleyhine değişmişti.

Sanırım Putin, daha fazla çeçen askeri istiyor.

Bunları da yeni çatışma bölgesine gönderecek.

Anlaşıldığı kadarıyla Ukrayna, son taarruzu kendi askerleriyle değil, yabancı gönüllüler, paralı askerler ve Uzov Taburları gibi gönüllülerle yaptı.

Bu grupların askerleri, oldukça tecrubeli ve savaşçı.

Mecburi askerlikle orduya alınan ve daha çoğu çocuk olan Rus askerlerinin bunlarla savaşması zor.

Bu yüzden, aynı niteliklere sahip, yani tecrubeli ve savaşçı Çeçen askerlerine ihtiyaç var.

Kadirov muhtemelen buna hayır demez.

Ama Putin'den bir sürü karşılık da isteyeceği kesin.

Yakında yeni Çeçen birlikleri cepheye giderse Çeçenistan'a yeni yatırımlar ve para akışı da gerçekleşecektir.

Bence durum bundan ibaret.

Yoksa Putin, mahalle yanarken saçını tarayan biri değildir.

21 Ağustos 2024 Çarşamba

Oğlum dağa çıktı. İnmesini bekliyorum.

 Yanlış anlamayın.

Herhangi bir örgüte filan katılmadı.

Nereden merak saldıysa bir süredir dağcılık ilgisini çekiyordu.

Ben birçok dağa çıktığımdan pek ilgimi çekmiyor ama bir süredir bana dağa çıkıp kamp yapmaktan filan bahsediyordu.

,Sürekli erteleyince kendi arkadaşları ile dağa çıkmaya karar vermiş.

Dağ dediysem öyle ufak tefek tepe değil.

Ağrı Dağı'na çıktılar.

Bu tür faaliyetleri düzenleyen şirketler var.

Bir şirket aracılığıyla çıktılar.

Çıkmadan önce, dağ ne demek tam olarak bilmiyordu.

Kendisine anlatınca şaşırdı.

Beraber gidip eksi derecelerde sıcak tutan bir uyku tulumu aldık.

Zemine sermek için bir met, içine giymek için polar kıyafet ve başına sarmak için bandana da aldık.

Sırt çantası zaten vardı.

Ağrı dağı volkanik bir dağ.

Çok yüksek ve çok dik.

Ayakkabıdan atletine kadar birçok malzeme aldık.

Ağrı Dağı yazın bile eksi derecelerdedir.

Zirvesindeki kar hiç erimez. Adeta buzuldur.

Oğlum dağa çıkıp inmiş.

Bana mesaj atmış: "Çok zordu." diye.

Ama ona rağmen keyif almış.

Memleketimizin bir sürü değeri var.

Oralarda binlerce yıldır durup duruyor.

Bunlar sadece maden, tarım veya enerji açısından değerlendirilmemeli.

Turizme de kazandırılmalı.

Bir sürü kanyon var mesela.

Kayak yapmaya uygun dağlar var.

Dağcılık bir başka konu.

Turizm bakanları, sadece deniz ve kültür turizmi üzerinde durmamalı.

Doğa turizmi açısından da ülkemizin büyük bir potansiyeli var.

Ben memleketin tamamına yakınını gezmiş biri olarak bunu biliyorum.

İlgililerin de bilmesinde fayda var.

Telefonunuza veya bilgisayarlarınıza, özellikle de WhatsApp'tan gelen Fas ile ilgili deprem resimlerine sakın tıklamayın.

 Bir WhatsApp grubunda, bu tür konularla ilgili bir arkadaştan uyarı geldi.

Fas depremine dair bazı fotoğrafları sosyal medyaya yükleyeceklermiş.

Dosyanın adı ise "Sismik Dalgalar Kart imiş.

Bu dosyaları açarsanız 10 saniye içinde telefonunuz veya bilgisayarınız hacklenecekmiş.

Bu işlem bir defa başlatıldığında durdurulamıyormuş.

Okurlarıma da haber vereyim dedim.

Mecburi askerliğin önemi.

 Soğuk Savaş sonrasında neredeyse bütün Avrupa ülkelerinde mecburi askerlik kaldırılıp profesyonel askerliğe geçildi. 

Türkiye ve Finlandiya gibi birkaç ülke hariç tabii ki.

Ama Rusya-Ukrayna savaşı bu durumu değiştirdi.

Rusyaya sınırı olan neredeyse bütün Avrupa ülkeleri tekrar mecburi askerliğe geçti.

Orta ve doğu Avrupa ülkelerinde de bu yönde adımlar atıldı.

İngiltere de yeniden mecburi askerliğe geçmeyi tartışıyor.

Şimdilik sadece İtalya ve İspanya gibi ülkelerde bu yönde kuvvetli bir eğilim yok.

Bizim hükümetimiz de aslında mecburi askerliği kaldırmayı düşündü.

Ama tam olarak kaldırmaya cesaret edemedi.

Bunun yerine askerlik çok kısaltıldı.

Onun yerine birçok birlik sadece profesyonel birlikten oluşur hale getirildi.

Askerlik kısalınca ordunun personel mevcudu çok azaldı.

Bunun yarattığı sorunlar bir süredir kendini gösteriyor.

Profesyonel askerliğin de o kadar rantabıl  olmadığı ortaya çıktı.

Tüm dünyada savaşlar yayılmaya başlamışken, hükümetin bu konuyu tekrar ele almasında fayda var.

Hükümet iç güvenlik birliklerini çok artırdı.

Jandarma ve polis mevcudu muhtemelen kara kuvvetleri mevcudunu geçmiştir.

Özal'dan beri merkez sağ ve muhafazakar partilerde ordu tehdit olarak görülüyor.

İktidarlarını garanti altına almak için de jandarma ve polis bir denge unsuru olarak görülüyor.

Bu yüzden iç güvenlik birlikleri mevcutları hep artırılıyor.

Ağır silahlar, helikopterler ve hatta uçaklarla teçhiz ediliyorlar.

Buna bir son vermenin vakti geldi sanırım.

Devlet kurumları hükümetlerin iktidarını güçlendirmek için değil devleti ve milleti güçlendirmek için vardır.

Doğaya atılan plastik çöplerin yarattığı sorun.

 Günlük hayatımızın hemen her alanında plastik var.

Plastik torbalar, eşyalar ve hatta kıyafetler oldukça yaygın.

Sokaklar yerlerde plastik torbalar ve şişelerle dolu.

Şehir dışına çıkıp ormanlık alanlara gittiyseniz yerleşim yerlerine en uzak bölgelere kadar her yerde plastik olduğunu görürsünüz.

Ama en kötüsü de sular plastikle dolu.

Karada plastik genelde bütün halde ve az parçalanmış olmasına rağmen deniz ve okyanuslarda dalgaların sürekli hareketi ile plastik hızla küçük parçalara ayrılıyor.

Böylece, neredeyse bir hücre boyutuna kadar küçülen plastik parçaları oluşuyor.

Buna mikro plastik deniyor.

Yapılan araştırmalar, birçok balığın vücudunda mikro plastik olduğu tespit edilmiş.

Mikro plastik içme sularına da karışmış durumda.

İnsan vücudunda da muhtemelen yenen balık ve diğer yiyeceklerle mikro plastik olduğu tespit edilmiş.

Hatta yeni doğan bebeklerde ve plasentada bile mikro plastiğe rastlanmış.

Bu insan vücudunun alışık olmadığı bir şey.

İnsan genini etkileyip etkilemeyeceği bilinmiyor.

Yeni hastalıklara ve sakat doğumlara sebep olup olmayacağı da bilinmiyor.

Ama duyarlı çevrelerde büyük bir endişe uyandırmış durumda.

Okyanusların plastikten arındırılması, plastik tüketiminin azaltılması gibi hususlarda kampanyalar düzenleniyor.

Bu konuya herkesin duyarlı olmasında fayda var.

Gelecekte daha önce hiç görülmemiş hastalıklara yakalanmamak veya ucube gibi görünen torunlarınız olmasını istemiyorsanız bunu yapmalısınız.