.quickedit {display:none;} .quickedit {display:none;}

17 Eylül 2022 Cumartesi

Milli Mücadele'nin en zor günlerinde Padişah Vahdettin ne işlerle meşgul idi?

1921 yılı Milli Mücadele'nin en zor yılıdır.

Güneyde Fransızlarla çarpışmalar devam etmektedir.

Ocak ayından Yunan ordusu tüm gücüyle taarruza başlamıştır.

Bu taarruz 1. ve 2. İnönü muharebelerinde durdurulmuş fakat Kütahya-Eskişehir muharebesinde Yunan ordusu önemli bir zafer kazanmıştır.

Türk ordusu yok olmaktan Ataturk ve Fevzi Çakmak'ın yerinde müdahaleleri ile zor kurtulmuş ve Sakarya Nehri doğusuna kadar çekilmiştir.

Burada Atatürk başkomutan olarak ordunun başına geçmiş ve orduyu yeniden güçlendirmek için Tekalif-i Milliye emirleri ile halkın elinde ne var ne yoksa orduya yardım etmesi istenmiştir.

Yunan ordusu 23 Ağustos 1921'de var gücüyle taarruz edince bir olum kalım savaşı yaşanmaya başlanmıştır.

22 gün 22 gece göğüs göğse yapılan muharebeler sırasında bazı milletvekilleri de silahını alıp cephede savaşmıştır.

Millet elindeki son kurusa kadar tüm parasını ordu emrine vermiştir.

Böylece, Yunan ordusu 13 Eylül'de Sakarya batısına çekilmek zorunda kalmıştır.

Peki millet ve ordu bu ölüm kalım mücadelesini verirken Halifemiz ve Padişahımız Vahdettin efendi ne yapmıştır?
Sakarya Meydan Muharebesi'nin en şiddetli günlerinde 1902 doğumlu Nimet Nevzad Hanım ile beşinci evliliğini yapmıştır.
Hanımefendi 19 yaşında Padişahımız ise 1861 doğumlu olduğuna göre 60 yaşındadır.
Asker ve subaylarımızın Atatürk'ün Melhame-i Kübra dediği Sakarya doğusundaki muharebelerde şehit olduğu günlerde Yıldız Sarayı'nda düğün yapıp gerdeğe girmiştir.
Bunları, tarihle ilgilenen çoğu insan bilmektedir.
Ancak papalık arşivinden belgelerle yazılan yeni bir kitaptan Vahdettin efendinin bazı yeni vukuatları ortaya çıkmıştır.
Herif, cephede askerlerin tek bir mermiye, çoraba, çarığa, yani tek bir kuruşa muhtaç olduğu bu donemde orduya ve Anadolu hareketine hiçbir yardım yapmazken İstanbul'da yapılan bir papa heykelinin inşaatına 500 lira yardım yapmış.
Hem de halife unvanı taşıdığı halde.
Müslüman ordunun Müslüman asker ve komutanlarını asi, kafir vb. ilan eden ve idam fermanları ile şeyhülislam fetvalarını her yere gönderen halife-i mü'minin, Hristiyan papasının putuna para harcamakla meşgulmüş.
Bu adamı hala övmeye çalışanların bir defa daha düşünmesinde fayda var.
Ziya Paşa'nın bir şiiri var.
"Ümmîd-i vefâ eyleme her şahs-ı dagalde
Çok hacıların çıktı haçı zîr-i bagalde"
Bu günkü Türkçe ile şiir su anlama geliyor:
"Her sahtekâr kişiden, vefa bekleme!
Zira çok hacıların koltuğunun altından haç çıktı."
Ataturk o yıllarda Vahdettin için bu şiiri değiştirerek şu sözleri boşuna söylememiş:
"Hacı zannettiklerimizin koltuğunun altından haçı çıktı."

Şark ve Garp kafası arasındaki fark.

 Şark kafası hep görüntü peşindedir.

Resme bakıp hayal kurar.

Garp kafası işe ve sonuca bakar.

Resim hikayedir onun için.

Bu yüzden garp zengin ve müreffehtir.

Şark ise garbin sömürgesi.

2008-2010 yılları arasında bir gün Suudi kralı Londra'ya gelmişti.

İngiliz başbakanı kralı hotel odasında ziyaret etti.

Yere diz çöküp kralın önünde eğildi.

Bu görüntü gazeteciler tarafindan fotoğraflandı ve büyük gazetelerin tamamında birinci sayfada yayınlandı.

Basın başbakanı yerden yere vurmuştur diye düşünerek tüm haberleri okudum.

Tek bir ciddi eleştiri göremedim.

Basın ve halk Suudi sermayesinin Londra'ya akacağını biliyordu.

Bakmadım ama muhtemelen Suudi medyası bu resmi yayınlayıp günlerce krallarını İngiliz başbakanını önünde diz çöktürdüğü için övmüştür.

Kendilerine, yani Suudi halkına harcanması gereken petrolden kazanılmış milyarlarca doların Londra bankalarına İngilizler kullansın diye aktığından, Suudi prenslerinin Londra'da yüz milyonlarca sterlin değerinde evler ve arabalar aldığından ise bahsetmemişlerdir.

Halbuki, İngiltere'de başbakanın kralın önünde diz çökmesi eski bir gelenektir.

Kralın kim olduğu önemli değildir.

Türkiye'de dolandırılmamak için dikkat etmeniz gereken temel hususlar.

 Saadet zincirlerinden banker Kastelli ve jet Fadıl'a kadar onlarca büyük ve kitlesel dolandırıcılık meydana geldi şu kısa ömrüm boyunca.

Hepsinin ortak noktası kolay ve cazip kazanç vaat etmeleriydi.

Bu yüzden kazıklanmamak için ilk dikkat ettiğim şey budur.

Bir şey gerçek olamayacak kadar cazip görünüyorsa hemen oradan uzaklaşırım.

Hele de önce sen bize biraz para ver, sonra biz sana cok daha fazlasını vereceğiz diyorlarsa, semtine bile uğramam.

Bu tur dolandırıcılıkların en başarılısı sudur:

Size ömrünüz boyunca kazanamadığınız kadar cok para veya araba, ev vb. vaat edilir, bunun için sizden cok da büyük olmayan miktarda bir para istenir.

Tek bir şartla: Sizden para pesin alınır, vaat edilen şey ise daha sonra verilecektir.

16 Eylül 2022 Cuma

Vahdettin bir hain midir?

 Gençliğe Hitabe'nin bir bölümünde Atatürk şunları söylüyor:

"İstiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.

(Bu bölüm 1. Dünya Savaşı sonrasında ülkemizi işgal eden İngiliz, Fransız ve İtalyanlardan bahsediyor. Onları örnek gösteriyor.)

Bütün bu şerâitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri, şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler.

(Bu bolum Vahdettin ve Damat Ferit'ten bahsediyor.)"
Metne dikkat ederseniz, önce gaflet ve delalet deniyor . Sonra da "ve hatta hıyanet" deniliyor. Ben bunu "gaflet ve delalet içinde hareket ettiler ve bunda o kadar ileri gittiler ki ihanet eder hale geldiler" şeklinde anlıyorum. Çünkü ihanetten önce "ve hatta" diyor. Yani doğrudan ihanet etmek gibi bir amaçları olmasa bile sonuçta yaptıklarıyla ihanet içine düştüler demek isteniyor.

Bu ihanet durumunu fark edip bundan vazgeçebilirlerdi ama onlar bunu da yapmadılar. Hatta kişisel çıkarları için işgalcilerin siyasi çıkarlarını desteklediler. Yani işgalcilerin siyasi çıkarlarını gerçekleştirmelerini, kendi kişisel çıkarlarını elde etmek için tek çare olarak gördüler ve onlarla çıkar ortaklığı üzerinden işbirliği yaptılar denilmek isteniyor.

Zaten fesli delinin "keşke yunan galip gelseydi" demesi de bunun böyle olduğunu gösteriyor. Eğer Yunan galip gelseydi; Fesli deli, kişisel çıkar açısından kazançlı çıkacağını düşünüyordu. Onun için Yunanlıların öldürdüğü, tecavüz ettiği insanların bir önemi yok. Çünkü millet diye bir kavram yok kafasında.

Vahdettin ve avenesinde de böyle bir mefhum yok. İnsanların bir varlık olarak herhangi bir değeri yok. İnsanların, kendilerinin varlığı ve çıkarlarına hizmet ettiği surece ve sadece birer vasıta, birer piyon, birer kul olarak bir değeri var. Aslolan kendileri ve kendi çıkarları. Diğer insanlar dekordan ibaret. Kendileri var oldukça ve kendi düzenleri devam edip rollerinde mutlu birer karakteri oynamak mümkün oldukça dekor yok edilebilir veya değişebilir. Bunun hiçbir önemi yok. Vahdettin ve Vahdettincilerin mantalitesi bundan ibaret.

Herkes ihanetten bahsediyor ama bu durum ihanetten de daha kotu ve daha aşağılık bir şey. Çünkü ihanette ihanet eden ihanet ettiği kişi veya toplumu bir varlık ve bir değer olarak kabul eder ama kişisel çıkarı için onları satar. Bunlar ise milleti bir varlık veya bir değer olarak görmüyorlar. Bu yüzden; Yunan, Ermeni veya Fransız bu milletin evlatlarını katledebilir, kadınlarına tecavüz edebilir. Onlar için bunun bir anlam ve önemi yok. Yeter ki tahtları, taçları, sarayları, saltanatları ve bunlardan temin ettikleri çıkarları korunsun.

Bu sebeple basta damat Ferit ve vahdettin olmak üzere düşmanlarla bir olup milli mücadeleyi engellemeye çalışanlara hain demek onlara hakaret değil suçlarını hafifletmek gibidir. Çünkü onların, yaptıklarının haklı ve makul olduğunu düşünmelerine sebep olan fikir, ihanetten cok daha kotu bir düşünsel alt yapıdan kaynaklanmaktadır.

15 Eylül 2022 Perşembe

Propagandada olumsuz söylemler kullanmaktan kaçının

 Ben bir muhalefet partisinin lideri olsam hemen bas bas bağırmaya başlardım.

"İnsanlar yıllarca kirada oturuyor. Kira ödeyemeyecek duruma gelmiş. 2 milyon kişi ev için başvurmuş ama hükümet 750.000 ev yapıyor. 1.250.000 kişi ne olacak. Ev satılacak insanlar nasıl belirlenecek. Vatandaşın ev alma hevesi kursağında kalırken kimin yakınları ev alacak?

Âmâ vatandaşlarım hiç merak etmesin. Biz iktidara geldiğimizde bu hükûmetin kandırdığı 1 milyon 250 bin kişiye de ev yapacağız. Hem de ev kredisini faizsiz vereceğiz. Vatandaş kazandığı parayla karnini zaten zor doyuruyor. Bu yüzden başvuru ücreti de almayacağız.

İnsanlar faizli kredi taksitlerini nasıl ödesin? Biz iktidara gelince TOKİ'den ev alanların kredilerinin faizlerini de iptal edeceğiz. Kredi taksitlerini de dayatmayacağız. Vatandaş ödeyebileceği kadar aylık taksit ödeyecek. Ödeme suresini vatandaşın istediği kadar uzun vadeye yayacağız."

Demirel de hayatta ve bir parti lideri olsaydı muhtemelen böyle derdi.

Ama muhalefet olumsuz söylem kullanmayı tercih ediyor.

Propagandada mümkün olduğu kadar olumsuz cümle kullanılmaz.

Siyasi propagandada söylemin önemi

 Bir zamanlar Özal, devlet işletmecilik yapmaz, ben iktidar olursam köprüyü satacağım/özelleştireceğim dediğinde merkez soldaki parti lideri "Sattirmaaaaam!" diye bas bas bağırdı.

Sonuçta Özal secimi kazandı.

Eğer Özal'ın bu sözüne karşı "Sen kimin malini kime satıyorsun? Köprü milletin vergileriyle yapıldı ve milletin malidir. Biz iktidara gelirsek köprü geçiş ücretini iptal edeceğiz. Milletin kendi vergisiyle yapılan köprüden geçmek için milletten ücret almak soygundur. Köprüden geçiş bedava olacak. Şimdiye kadar köprüden geçiş parasını devlete ödediğinden milletin sesi çekmiyordu. Bunlar bu parayı yandaşlarının şirketlerine aktaracaklarını soyluyor. Bunlar zengini daha zengin yapma derdinde. Biz halkçı bir partiyiz. Halkın malini ancak halka veririz."

diye bağırsaydı muhtemelen oy oranı daha yüksek çıkardı.

Siyasi propagandada neyi yapmayacağınızı veya neyi yaptırmamaya çalışacağınızı değil ne yapacağınızı anlatmak daha etkilidir.

Propaganda açısından etkili konuşmanın önemi: Demirel örneği

 Çocuktum.

Tütün kırımları bitmiş ve ülke secim havasına girmişti.

Herkes politikacıların tütün baş fiyatı olarak ne vaat edeceklerini merak ediyordu.

Ecevit ve Erbakan gelip vaatlerini söyledi.

Biri iyi bir rakam telaffuz etti, daha sonra gelen diğeri de ondan yüksek bir rakam söyledi.

Artık tütün fiyatı açık artırmaya çıkmış gibiydi.

Sırada Demirel vardı.

Acaba o kaç para verecek diye herkes merakla bekliyordu.

O da daha yüksek bir fiyat söylerse ondan sonra Manisa'ya gelecek siyasi parti liderleri rakamı daha da yükseltir diye konuşuluyordu.

Beklenen gün geldi.

Demirel Manisa'da konuşmasını yaptı ve merakla beklenen rakamı açıklayarak resmen artırmayı sona erdirdi.

Çünkü onun söylediği rakamı artırmak mümkün değildi.

Demirel ne mi dedi?

"Tütüne en yüksek baş fiyatı kim vaat ederse ondan beş lira daha fazla vereceğim." dedi.

Yanlış hatırlamıyorsam oyları da topladı.

Sloganların siyasi propagandadaki yeri ve önemi

 Başarılı her siyasi propagandanın en fazla üç konuya vurgu yapan sloganı olur.

Mesela ittihatçıları başarıya götüren sloganlar; "Hürriyet (Özgürlük), Müsavat (Eşitlik), Uhuvvet (Kardeşlik)" tir.

Lenin'in Nisan Tezleri ile birlikte Bolşevikler; "Barış, ekmek ve adalet" istiyoruz ve "Tüm İktidar Sovyetlere" sloganıyla harekete geçtiler.

Demokrat Parti'nin cok etkili bir sloganı vardı: "Yeter, söz milletindir."

Sloganlar, siyasi propagandanın olmazsa olmazıdır.

Tüm söylenmek istenenler 2-3 kelimeyle söylenmelidir.

Bunlar her yerde tekrarlanmalı ve insanların hafızasına kazınmalıdır.

Bu kelimeler içinde bulunulan donemin özellikleri ve halkın en önem verdiği hususlar dikkate alınarak seçilmelidir.

14 Eylül 2022 Çarşamba

Eğer ajansanız, kendinizi nasıl gizlersiniz?

 Napolyon Mısır'a çıktığında, Müslüman olduğu söylentisini yaymıştır.

Din adamlarına yakın davranmış, savaşçı Memlukleri (Türkleri) ve Osmanlı ordusunu ezmiştir.

Mısır'a bir işgalci olarak gelmediğini, Osmanlı sultanı ve halifesine savaş açmadığını, tam aksine sultana isyan eden ve Araplara zulmeden memlukleri cezalandırmak için geldiğini söylemiştir.

Aşiret reisleri, din adamları ve ileri gelen kişileri satın aldığından Memlukler hariç neredeyse hiç kimse işgale direnmemiştir.

Çünkü bu kişiler, halkı onun Müslüman olduğuna inandırmıştır.

Bu emperyalistlerin genel stratejisidir.

Günümüzde de İngiltere kralı olan Charles'ın Müslüman olduğunu anlatan bazı kişiler çıkmıştır.

Tarikat lideri de vardır bunların arasında deli raporu olan fesli biri de.

Bunların kimin adamı/ajanı oldukları, kime hizmet ettiklerini söylemeye sanırım gerek yok.

Zaten bu kişiler, hırsız birinin herkese hırsız demesinde olduğu gibi herkese İngiliz ajanı demektedirler.

Hatta bazıları, İngilizleri 20. Yüzyılda en büyük zarara uğratan Ataturk ve arkadaşlarına bile İngiliz ajanı, kurtuluş savaşına da İngiliz senaryosu demektedirler.

Psikolojide buna projeksiyon denir.


Osmanlı torunu mu yoksa Sedece Vahdettin'in torunu musunuz?

 Osman, devletin temelini atan ilk bey/padişahtır.

Orhan, abisiyle birlikte devleti kurumsallaştırmıştır.

1. Mehmet, devleti yeniden toparlamış ve yıkılmaktan kurtarmıştır.

Fatih, İstanbul'u fethedip devleti imparatorluk haline getirmiş büyük bir dehadır.

Yavuz, tüm Ortadoğu ve Mısır'ı alan büyük bir savaşçıdır.

Kanuni, devleti en geniş sınırlarına ulaştırmıştır.

Kanunları toplatan ve düzenleten büyük bir adamdır.

4. Murat, devleti sert reform tedbirleriyle yeniden güçlendirmiş ve Bağdat'ı almıştır.

2. Mahmut, devletin gerilemesini durdurmak için köklü reformlar yapma cesaretini göstermiş ve bunu basarmıştır.

Hayatı bir stratejidir.

Vahdettin ise önce tahta çıkmak istemeyen, çıkınca da tahtın geleceğini korumak için İngilizlere yardakçılık etmekten başka çare bulamayan, İngilizler kızmasın diye ülkeyi kurtarmaya çalışan subaylara idam cezası veren, Kuvayı Milliye'yi yok etmek için eniştesi Ferit ile ordu toplayan, sonra da bu yaptıklarının hesabını vermekten korkarak bir gece sessizce bir İngiliz askeri gemisine binerek ülkeden kaçan, Osmanlı tarihinin en beceriksiz ve en kotu padişahidir.

Ama Osmanlı torunu diye ortalıkta dolaşanlar Fatih, Kanuni ve diğer büyük sultanlar yerine sürekli olarak Vahdettin'i anıyorlar.

Bunlar, bütün Osmanlı'nın değil sadece Vahdettin'in torunu sanırım.

Malum, adam biraz uçkuruna düşkün.

Çok torunu olması mümkün.