Bu gün, medyaya acı bir haber düştü.
Ünlü sinema oyuncusu/aktris Ahu Tuğba, hayata veda etmiş.
Bunu öğrenince içimde bir burukluk hissettim.
Bizim çocukluğumuzda internet yoktu.
Ulaşım bu kadar gelişmemişti.
Zaten tütün ektiğimizden, iş güç de yoğundu.
Bu sebeple köyden nadiren çıkardık.
O da Manisa'ya, bilemedin İzmir'e giderdik.
Ülkeyi daha çok gazetelerden takip ederdik.
Sonra radyo yaygınlaştı ve radyodan haberleri dinler olduk.
Bir de radyo tiyatrosu diye bir şey vardı.
Sanatla ilişkimiz bu programı dinlemekten ibaretti.
Fakat televizyon köye gelince her şey değişti.
Sanırım ilk defa bir televizyonu 1974 yılında gördüm.
İlk gördüğüm görüntü de Hasan Mutlucan'dı.
Yine de şahlanıyor amman, kolbaşının yandım da kır atı diye başlayan kahramanlık türküsünü söylüyordu davudi sesiyle.
Bundan sonra da Kıbrıs savaşı ile ilgili haberleri görüntülü olarak izlemek, savaşı bize daha yakın hale getirmişti.
Sonra videolar çıktı ve her şey değişti.
Kahvehanelerde her akşam bir video filmi izletiliyordu.
Böylece, genelde İstanbul'da çekilen filmlerden bu şehrimizin nasıl bir yer olduğunu görme imkanımız oldu.
Arabesk furyasında, şarkıları sanki canlıymış gibi filmlerde görüntülü izlemek ise ayrı bir keyifti.
Bu arada kahvehaneler, diğer sinema filmlerini de göstermeye başladılar.
Bu sayede, neredeyse tüm aktör ve aktrisleri tanır olduk.
Hayatı da onlardan öğrendik biraz da.
Çocukluğumuzun en akılda kalan görüntüleri oldu bu filmler.
Tabii ki bu filmlerde oynayan kişiler de.
Şimdi o filmlerde görüp tanıdığımız ve sevdiğimiz aktör ve aktrislerin birer birer dünya değiştirmesine şahit oluyoruz.
Her birini kaybettikçe, sanki çocukluğumuzun ve hatıralarımızın bir parçasını da onlarla birlikte mezara gömüyoruz gibi geliyor bana.
Bu gün Ahu Tuğba'nın ölüm haberini alınca da böyle hissettim.
İçim cız etti.
Çok üzüldüm.
Ruhu şadolsun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder